Sanat
tarihinin ortaya çıkışı sanatçı kavramıyla ilgili bir durumdur. Zamanın
değişimiyle birlikte, sanat ve sanatçının da değişmesiyle sanat tarihinin
anlamı da değişmiştir.19.yüzyıl sonrasında insan figürünün ortadan kalkmaya
başladığı ve Farklı disiplinlerle karşılaşmaktayız. Bundan ötürü Sanatçının
psikolojisini ele alan bir sanat tarihi çalışmaları söz konusudur. Bir bakıma
sanat tarihinin biçimi değişmekte ve sadece sanatçı psikolojisi üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
Alman Sanat Tarihçi Abraham Moritz Warburg dünyanın farklı bölgelerinde benzer olayları
yaşayan toplumların biçimsel tutkuyla ( patos-biçimsel) birbirlerine bağlı
olduklarını söylemiştir. Bu bakış açısı tarihe cüretli bir bakış açısıdır.
Örneğin, Fra Angelico nun yapmış olduğu fresklere baktığımızda ardında duran
sahte mermer bize Jackson Pollock’u veriyor der. En büyük anakronizmden birisi
20. yüzyılda yaşamış birini 15.yüzyılda yaşatarak bu imkânsız birlikteliği sağlamaktır.
Bir bakıma düşündüğü zamansızlık anlayışını, sanat tarihi üzerinden anlatmaktır.
Foucalt'nun dediği gibi birbirine uymayan iki şey ancak hayal gücünde birleşir ve
bu Warburg'un düşündüğü zamansızlık kavramı ise şizofrenlik bir düştür.
Bir
diğer örnek olarak Auguste Rodin döneminin ötesinde farklı bir yaklaşımla
heykeller yapmıştır. İlk defa Bizans, Girit, Roma çanakları üzerine kendi
heykellerini yapmıştır. Bu da Rodin in Warburg’un zamansızlık anlayışından
etkilendiğini söyleyebiliriz. Sanatta Zamansızlık kavramına örnek olarak
gösterebileceğimiz Bir başka sanatçı ise Ermeni kökenli Sarkis Zabuncuyan’dır.
Yapmış olduğu ikonaları ortaçağ ikonaları ile birlikte göstermiştir. Bu durum
Kimlik ve kültür kavramını ret eden bir anlayış ve Zamanları, dönemleri,
kültürleri kişileştiren bir durumu teşkil etmektedir.
Thursday, March 12, 2015
Modern Zamanlar
Endüstri Devrimi ile
birlikte özellikle teknolojik alanındaki gelişmeler iktisadi ve toplumsal
koşulların değişmesine, yoğun bir biçimde kentleşme ve yeni toplumsal
sınıfların çıkmasına neden olmuştu. Makineleşme ve mekanik alandaki gelişmeler
fabrikaların yaygınlaşması ve kırsal kesimden kente doğru göç yeni bir sınıfa
yani işçi sınıfının ortaya çıkmasını sağlar. Fakat üretimdeki devasa artış aynı
zamanda bu sınıfın yaşam koşullarını olumsuz olarak etkilemesine neden olduğunu
bilmekteyiz. Yine aynı şekilde teknolojik gelişmeler ile birlikte 19. yüzyılda
ortaya çıkan ve 20. yüzyılda daha fazla gelişen bir sanat dalı olan sinema da
sanatın diğer dalları gibi döneminin toplumsal koşullarından etkilenmiş ve
yönetmenler toplumsal bir güç ve anlatım için bir araç olarak gördüğü
filmlerinde bunu yansıttılar. Sinemanın en orijinal isimlerinde biri olan
Charlie Chaplin'in Modern Zamanlar adlı filminde döneminin koşullarını kendi
bakış açısıyla hiciv ettiği önemli bir film çekmiştir.20. yüzyılda
Makineleşmenin daha hızlı bir biçimde yoğunlaşması, bu çok hızlı değişim ve
monoton bir şekilde sürekli olarak tekrarlanması ve makinelerin hızla bir
biçimde insan hayatına girmesi ile bunun yarattığı psikolojik tahribat filmde
en çok vurgulanan temadır. Modern kapitalizme karşı bir hiciv yapılan bu filmde
ilk sahne önce koyunların geçişinin metrodan çıkan insan sürülerine benzetmesi
Endüstrileşme ve dolayısı ile kapitalizmin biz insanları ne olarak gördüğüne
dair bir gönderme yapılmış. Chaplin’in oynadığı işçi karakteri ve fabrika
bildiğimiz üzere bugünde hemen yanı düzene sahip olan bir fabrika sistemini
anlatıyor. Bildiğimiz üzere fabrikanın bir sahibi yani patron ve onlara yüksek
kar getirmesi için yoğun tempoda çalışan işçi sınıfı ve onları gözetleyip
uyaran ve patronun emirlerini yerine getirmeye çalışan denetmen görevliler yer
alır. Yüksek üretiminin getireceği yüksek kazanç anlamına gelmesi işçilerin
daha çok çalışması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla patronlarına daha çok kar
getirmesi için çalışan işçiler gösterilirken patronun puzzle yapması patron
sınıfına ufak bir gönderme yapmaktadır. İşçi sınıfı onlar için hiçbir anlam
ifade etmemekte sadece sistemin çarkları içinde ufak dişliler şeklinde sürekli
olarak işlemektedir. Makinelerin insanların yararı için geliştirilmesi,
teknolojik anlamda önemli iken zamanla İnsan makinelerin esiri olmaktadır.
Dolayısı ile İnsanlar makinelerin efendisi iken artık makineler pozisyon
değiştirerek kendisini var eden insanın efendisi olmuşlardır. Fabrika içindeki
beraber çalıştıkları aletler gibi zamanla " Makineleşen " insanlarda
monotonlaşmakta, bir an için bir birey olduklarını hatırlaması, bu yüksek rant
için önemli bir tehlike oluşmasına neden olabileceği için, İşçilerin kamera
veya benzeri bir aygıtla gözlemlenmesi sistemin devamı için önemlidir.
Chaplin’in ufak bir sigara molası vermesi ve mekândan ayrılması üzerine patron
Chaplin'in sigara içtiği mekânda belirerek ona işine tekrar geri dönmesini
söylemesine neden olur, bu sahne bana aynı zamanda İngiltere'de işçi kesiminin
kötü yaşam koşullarını betimleyen Jack London'ın Uçurum İnsanları adlı
romanındaki işçilerin dinlenmesinin yasak olduğu ve işçilerin dinlenip
uyumamalarını engelleyen görevlileri hatırlattı. Kapitalist sistem teknolojik
devrimi gözetleme veya kamera mekanizmasında oluğu gibi kendi çıkarı için
kullanır.
Teknolojik gelişmelerin
çok çabuk değişimlere yol açtığı filmde Chaplin makinelerin hızına ayak
uyduramasına rağmen fabrikadaki sistem çok hızlı bir şekilde işler.19.yüzyılın
ikinci yarısından itibaren başlayan Teknolojik gelişmeler 20. yüzyılda da devam
etmektedir, hızla gelişen teknoloji yeni icatları toplumun hizmetine sunmakta
ve toplumun bu hıza ayak uyduramayarak bocalaması filmde sıkça hiciv edilir.
Patronun büyük bir olasılıkla işçilerin yemek yeme molasından tasarruf etmek
için kullanmak istemediği yemek yedirme makinesi buna örnek olarak verilebilir.
Aygıtın önceleri pratik ve kullanışlı bir mekanizma olarak çalışması daha
sonraları Chaplin’i de kontrol ederek makinenin hızına yetişememesi, kullanışlı
ve pratik olmadığı anlaşılması üzerine terk edilmiştir. Düzene ayak uydurmakta
zorlanan, çok monoton ve sürekli olarak tekrarlanmakta olan fabrikadaki düzenin
artık kaldıramayacağı düzene gelmesi İşçi rolündeki Chaplin'in psikolojisinin
bozulmasına yol açmasına ve akıl hastanesine yatırılmasına sebep olur.
Chaplin’in hastaneden çıkışı ve kamyonun arkasından yürüyerek iade etmeye
çalıştığı kırmızı bayraklı sahne dönemin siyasi ve toplumsal olaylarına bir
göndermedir. Proletarya’nın kapitalizme karşı bir silahı olan grev sınıf
savaşlarında pek sık kullanılan bir yöntemdir ve işçi sınıfı bu silahı etkili
bir biçimde kullandığında Kapitalist sistemi sekteye uğrattığını tarihten ve
günümüzden de bilmekteyiz. Filmdeki işçi kesiminin kötü çalışma koşullarının
gösterilmesinin ardından işçilerin örgütlenerek haklarını korumak için
düzenlediği yürüyüşle devam eder. Fakat bu yürüyüş fabrikalardaki denetmen
elemanlarının işçileri uyarıp eski düzenin tekrar devam etmesini ve
bozulmamasını amaçladığı gibi bu sefer polis veya güvenlik güçleri olaya el
koyar. Endüstri devrimi ile başlayan sınıf savaşlarının burada var olduğunu ve
devam ettiğini görmekteyiz burada mücadele edenler işçi sınıfı ve kapitalist
sermayenin bir çatışması olarak devam eder. Toplumsal düzenin sağlanması ise tekrardan
kalabalığın dağılması ve traji-komik bir biçimde lideri olduğunu düşündükleri
Chaplin'in ceza almasına yol açar. Kanunlar toplumu yöneten sınıf tarafından
yazılır ve uygulanır ve diğer sınıflarında buna uyması beklenir, uymayanlar
cezalandırılır ve düzen aynı şekilde devam eder. Daha sonraki sahnelerde ortaya
çıkacak ve Chaplin'in kız arkadaşı olan filmin bir diğer oyuncusu Paullette
Goddard'da Chaplin gibi Toplumsal sınıfın en altında kalan kişilerden biridir
ve hayatını devam ettirmek için hırsızlık yapar. Kentlerdeki toplumsal
yığılmaların bir ürünü olan işsizlik sanayileşme ve kapitalizmin bir diğer acı
yüzüdür. Yoğun biçimdeki sanayileşme ve kırsal kesimde yaşayan insanın ekonomik
ve sosyal nedenlerle Kentlere doğru göç etmesi hızlı, sancılı ve çarpık bir
düzeni var eder. Toplumdaki ekonomik döngü içinde yer alamadığı için dolayısı
ile işçi sınıfından daha kötü şartlara sahiplerdir. Babasının işsiz olması ve
evdeki evin diğer üyeleri hayatta kalabilmek için hırsızlığa başvuran kimsesiz
kız rolündeki Paullette Goddard, Kapitalist toplum içindeki en alt tabakanın
yaşam koşullarını betimler. Filmde gösterilen bir diğer sosyal sınıf ise orta
kesim betimlemesidir. Chaplin’in ve P. Goddard'ın çeşitli vesilelerden sonra
tanışması ve bir ikon haline gelen eşini işe uğurlayan eş modeli, bahçeli bir
eve sahip ve mutlu bir görüntü çizen orta kesim diye adlandırabileceğimiz yaşam
modeline sahip olmak istemeleridir. Hızlı ve çabuk bir şekilde oluşan kentleşme
barınma sorununu da beraberinde getirmiştir. Çiftin arzusu belki de alt
tabakadan bir üst tabakaya geçerek bir ev sahibi olmak arzusudur. Chaplin’in
bir gece bekçisi olarak iş bulması ile devam eden filmde, Şehirleşme ile
Kentlerde ortaya çıkan yeni bir mekân olan Süpermarketi gösterir. Süpermarketin
her bir katı farklı alanlardaki tüketim maddelerinin sergilendiği yemek
reyonundan, oyuncaklara, elbiselerden daha birçok tüketim maddesinin satıldığı,
Modern Endüstriyel Kapitalizmin simgelerinden biridir.
Dikkatimi çeken bir
diğer sahnede Metruk eve taşınma sahnesidir. Paullette Goddard'ın bulduğu bu
ev, alt tabakanın o dönemde barınma şartlarını temsil eden ufak bir barınma
yeridir. Eşyalar kırık, dökük ve ev kullanılamaz bir vaziyette olmakla beraber
yemek sırasında ekmeğin kalın kesilerek doyulmaya çalışılması yine
proletarya’nın hayat şartlarını betimler. Önceki çalıştığı fabrikadaki işe
benzer bir iş bulan Chaplin, tekrar makineleşmenin ve makinelere ayak
uydurmakta çok güçlük çeker ve sonunda ustası " Sistemin çarkları " altında
kalır. Bu Fabrikadaki düzende önceki çalıştığı yerin arasında pek fark yoktur.
Çarkların altında kalan usta verilen yemek molasını aksatmaz ve çarklıların
arasından Chaplin'in yardımı ile yemeğini yer ve daha sonra kurtulur. Tekrar
Grev ve ardından gelen Polis müdahalesi Sistemin bir döngüsüdür, İktisadi ve
Sosyal çatışmaları temsil eder. Başka bir iş sektöründe şanslarını deneyen çift
kısmi başarıdan sonra kızın peşine düşen devlet yetkililerinin takibi sonunda
baltalanır. Fakat filmin sonundaki mesaj çarpıcıdır." Eğer Uygarlık insana
bundan başka bir şey veremiyorsa, o zaman geri dönüş, kaçınılmazdır. "
Tuesday, March 3, 2015
Günümüzde Sanatında Gesamtkunstwerk Kavramı
19.yüzyıl İnsanlık tarihi için önemli bir
dönüm noktasıdır. Sanayi Devrimi ve Endüstriyel devrimin hızla ivme kazanması,
yeni toplumsal sınıfların çıkmasına sebep olmuş, bununla birlikte siyasi
hareketlenmeler hızlanmıştır.Bu yüzyılda yaşanan hızlı değişimler ekonomik ve
siyasal alan düşünce sistemi ve kültür tarihinde de yeni gelişmeleri ortaya
çıkarmış, yeni sanat akımlarının doğmasına neden olmuştur.19. Yüzyılın en
önemli sanatçılarından biri olan Richard Wagner'de çağının düşünce yapısından
etkilenmiş ve bu da onun sanatında kendisini göstermiştir.
Romantik dönemin
mimarlarından olan Richard Wagner, besteci kimliğinin yani sıra müzik hakkında
teorileri ve yazılarında bulunması onun çok yönlü bir sanatçı olduğunu ortaya
koyar. Onu çağdaşlarından ayıran bir diğer noktası ise yapıtlarının döneminin
düşün dünyasından etkilenmiş olmasıdır. Özellikle Hegel, Schopenhauer,
Feuerbach yapıtlarınına biçim ve içerik olarak etki eder. Onun sanatına etki
eden filozoflardan biri olan Hegel, dramatik şiiri
sanatsal yaratımın en kusursuz örneği ve "tamamen gelişmiş ve
örgütlenmiş ulusal hayatın ürünü" olarak
tanımlaması, Schopenhauer'un irade üzerine analizleri, insani motivasyon
ve tutku üzerine fikirleri ve yazım tarzı Wagner'in yapıtlarında etkisini
gösterir. Wagner'in sanat tarihi içinde önemli bir yer kazanması bu düşünsel
etkisinin yanı sıra yenilikçi yapısıdır."Amacım her gittiğim yere yenilik
getirmek... Yarının tiyatrosuna buruk, acı bir tat vereceğim..."
diyen sanatçı, 1849'da "Geleceğin Sanat Yapıtı"
başlıklı devrimci metninde belirttiği gibi dramatik tiyatroya bir
alternatif geliştirir. Sanatı insanın ve insan doğasının ifadesi üstün bir
işlevi olan sanatın, türlerin tek tek her biri ile değil, ortak çabasıyla
yaşamı en iyi biçimde ifade edebileceğini ileri sürmüştür. Wagner’e göre
geleceğin sanatı, bir ortak sanat ürünü yani Sanatların birliği (
Gesamtkunstwerk) olmalıdır. Opera sanatını, Müzik, Dram, Plastik sanat
düzeninin hepsinin birden estetik bir uyum içinde içermesi nedeni ile birleşik
sanat ürünü olarak görmüştür. Opera şairin, aktörün, ressamın, bestecinin
sanatı bir araya gelir ve bir biçim yaratır; dram ise gerçek dünyayı,
müziği, biçimsel güzelliği ve duyguyu dile getirir.
Richard Wagner’in
geliştirdiği bu kavram ( Sanatların birliği), yalnızca Operayı değil Drama
sanatlarından, mimariye, plastik sanatlarına ve daha sonradan gelişecek olan sinemayı
da etkiler. Özellikle sinemanın, müzik, tiyatro, edebiyat ve plastik sanatları
da içerdiği için Wagner'in Gesamtkunstwerk kavramı ile ilişkilendirilebilir.
Kendisinden sonra gelen genç kuşak sanatçılarını etkileyen Wagner’in,
Sanatların Birliği kavramı günümüzde plastik ve drama – sahne
sanatlarında uygulanan önemli bir kavram olmuştur.
Tiyatro, sinema gibi
toplu sanat gösterilerinin bireylerin bilinçlenmesi açısından daha çok önem
kazanması sanatın, türlerin tek tek her biri ile değil, ortaklaşa çabasıyla
ortaya çıkabileceğini ve yaşamı en iyi biçimde ifade edebileceği
sanatçılar tarafından düşünülmüştür. Dinin ve milliyetçi unsurların
gösterilmesi veya propagandasının yapılmasının yasak olduğu bir dönemde sembolist
unsurlar ile ideallerini yansıtan, Sovyet Sinemasının en önemli
yönetmenlerinden biri olan Sergei Paradjanov'un filmlerinde ve özellikle de
Narların Rengi ( The Colour of Pomegrantes, 1968 ) adlı filminde farklı sanat dallarını
bir sentez içinde birleştirerek sanat yapıtına dönüştürmüştür. Metin ve
sahnelerin ön plana çıkması ve müziğin bir araç olarak kullanılmasının yanı
sıra Ermeni minyatür ve heykel sanatından alınan öğelerin bir dekor olarak
kullanıldığı filmde Wagner’in estetik anlayışının etkileri sıklıkla görülür.
Wagner'den sonra,
Gesamtkunstwerk, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan sanat akımlardan biri
olan Bauhaus'un manifestosunda sıklıkla vurgulanan kavramlardan biridir.
Bauhaus mimaride olduğu kadar endüstriyel tasarım ve şehir planlama gibi
konularda yenilikler getirmiş, yeni bir mimari akım yaratarak, sanatın tüm
dallarını etkilemiştir. Sanat anlayışı olarak Mimarlık, ressamlık,
heykeltıraşlık ve zanaatı birleştirerek, fonksiyonel ve sanatsal ürünler
yaratmak istiyordu. Uygulamalı sanatlara ve sanatların birliğine inanan,
Bauhaus bildirisine göre tüm sanatların birleştiği en yüksek nokta binalardı, sanat
eserinde olduğu gibi bir bina da dış görünümü, iç tasarımı, bulunduğu yer
ve süslemeleriyle bir bütün olarak görülüp işlenmesi ile birlikte fonksiyonel
ve sanatsal ürünler yaratmak Bauhaus akımının temel özelliklerindendi.
Günümüzde Güncel
Plastik sanatlarda da Sanatların birliği kavramını kullanan ve kendisini bu
kavramın temsilcileri olarak gören sanatçılar vardır. Farklı disiplinlerden
beslenerek, eserler üreten bu sanatçılara bir performans sanatçısı olan Nezahat
Ekici örnek gösterilebilir. Nezahat Ekici'nin performansları genel
olarak bütünsel sanat anlayışında (Gesamtkunstwerk) tasarlanmıştır.
Sanatçı kendi bedenini kullanması yanı sıra
mekânları enstalâsyon kurgusuyla hazırlamaktadır. Müzik, Heykel, Video
gibi çeşitli sanat dallarını sentezler. Çağdaş bir diğer sanatçımız olan
Sarkis'de tıpkı Nezahat Ekici gibi farklı sanat dallarını sentezler. Video, performans,
enstalasyon gibi biçimler kullanan sanatçı ışık, hareket, yazınsal ve
müzikal parçalar ile plastik sanatların geleneksel disiplinlerini tamamlayarak
yapıtını Gesamtkunstwerk'e, yani bütüncül bir sanat yapıtına
dönüştürür.
Tuğçe Naz Fırat
Marcel Proust'un Göstergeleri
Fransız
sanatçılarının ve edebiyatçılarının özellikle felsefe ile beslenerek
oluşturdukları eserler günümüz ve 20. yüzyıl filozoflarının sanat ile felsefe
arasındaki güçlü bağı yorumladıklarını görmekteyiz. 19. yüzyıl Fransız ve Dünya
edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Marcel Proust'u felsefe ile olan
güçlü bağını yorumlayan Gilles Deleuze, yazarın eserlerini merkezi bir konuma alarak
yazdığı Proust ve Göstergeler adlı kitabında felsefe ve proust ilişkisini
irdeler. Deleuze’ün Proust ve Göstergeleri doğrultusunda baktığımızda Proust
için zaman kavramının ön plana çıktığını görmekteyiz. Proust tarafından bütün
roman boyunca aranan şey kayıp zamandır. Proust’un penceresinden baktığımızda
kayıp zaman aslında kaybolmuş zamanı temsil eder, bu ise boşa geçirilmiş
zamandır. Boşa geçirilen zaman süre içerisinde ilgilenmemiz gerektiği halde
arayamadığımız hakikatin peşine düşmesi Proust'un asıl ilgilendiği konudur.
Hakikati arayış düşüncesi aynı zamanda Proust’a Felsefe ve Sanat arasında bir
ilişki olduğunu gösterir. Yazar boşa nerelerde zaman geçirildiğinin arayışını
Göstergeler olarak sembolleştirdiği kavramlar aracılığı ile betimler. İnsan
veya canlı ile cansız her türlü maddenin göstergeler yaydığını öne sürer ve
bütün göstergelerin de anlaşılmaya veya açıklanmaya muhtaç olduğunu belirtir.
Göstergeleri doğru olarak yorumlamayı öğrenmemiz ve bilmemizin bize zamanımızı
kurtarmaya yardımcı olması önem kazanır. İnsanların yaşam süreleri boyunca
Göstergeleri yorumlamak için boşa zaman geçirmemesi için hiçbir anlam taşımayan
göstergelerin çıraklığını veya tercümanlığını yapar ve sayısız göstergeleri
sınıflandırır. Proust’un bakış açısına göre göstergeler Aşk, Sanat,
Duyumsanabilir ve Sanat Göstergeleri olmak üzere 4 kısıma ayrılır. Sosyete
Göstergeleri sürekli yorumlamaya çalıştığımız fakat başarısız olduğumuz
göstergelerdir çünkü Sosyete göstergeleri boştur. Sosyete Göstergelerinde
ayinle ilgili ön plana çıkar ve işaret, düşünce, eylem ile anlamın önüne geçer.
Guermentes Dükünün selamı buna örnek olarak verilebilir, Guermentes dükü
yaydığı göstergeler ile Toplumsal veya Sosyete Göstergeleri denilen şeyin
başkalarının gözünde var olan bir maske olduğunu, ardında ise roller üzerine
kurulu toplumsal kimliklerin olduğunu görürüz. Aynı şekilde Guermantes
salonlarında görülen kişilerin bir şeyi ele verdiklerinde ve ya o anda
bozulmalarını gizlemek için sabitleşmeleri de ideal bir şeye gönderme yapmayan
ve eylemin yerini almış gibi gözüken bir ritüeller tiyatrosudur. Proust burada
Fransız sosyetesinin yaşamından betimlemeler yaparak aslında Sosyete
göstergelerinin rolleri ardına sığınmış hiçbir anlam taşımadığını anlatır.
Sosyete göstergelerinin içinde bizlerinde yer aldığı bir tiyatro sahnesine
benzediğini düşünerek yazarında aynı şekilde Sosyete göstergelerini anlamakta
başarısızlığa uğradığımızı ve bunu da geçirilmiş zamanı kayıp zaman olarak
anlatmaya çalışır.
Aşk
göstergelerine baktığımızda insanların anlamak ve yorumlamak için boşa zaman
harcadığı gösterge biçimleri olarak Proust'ta betimlenir. Aşkın göstergeler
bakımından zengin olmasına rağmen sürekli olarak yanıltıcı ve emin
olamayacağımız göstergelerdir ve bu da göstergeleri yorumlarken başarısız
olmamıza neden olur. Aşkın aslında bireyin zihninde gerçekleşmesi ve aşkın
üçüncü bireylere de açık olması, Albertine'de görülür. Albertine’in itirafın
aşkın temeli olmadığını itiraf etmenin gerekli olmadığını ve birden fazla genç
kıza duyduğu aşk bireyin diğerine karşı nasıl düşündüğünü ya da ne kadar dürüst
ve açık olup olmadığını gösterir. Swann'da yer alan bir bölümde '' Gördüyse, ne
ifade edebilmiştim acaba ona? '' bölümü ile Sevdiği kişinin ona hangi gözle
baktığından emin olunamadığını için Aşkın yaydığı göstergelerden asla emin
olmayacağımızı gösterir. Bildiğimiz üzere Aldatmak olgusu her insanın beyninde
yaşadığı ilişkilerde belirli ve ya belirsiz şekilde şüpheye yol açar, emin olup
güvendiğimiz kişilerin başka kişilerle paylaşmak istemeyiz bu yüzden Aşkın
özelliklerinden biri olan Kıskançlık olgusu da aşkın göstergelerinin yanıltıcı
olmasına neden olur. Aşığın kendisi ile rekabet içinde olan kişilerin keşfinin
acı verdiğinin belirtilmesi yani kıskançlık duygusu sürekli bir şekilde aşkın
göstergelerinde aldanmamızı sağlar.
Gösterge
türleri içerisinde üçüncü olarak, Duyumsanabilir niteliklerin veya izlenimlerin
dünyasıdır. Duyum göstergelerinde yorumlama ile başarılı olunmasına rağmen
başarısız olma riskini de her zaman taşımaktadır. Duyum göstergeleri, Belleğin
müdahale etmesi ve tesadüfün önemli bir araç olması ile birlikte Aşk ve Sosyete
göstergelerinden üstün bir konumda yer alırlar. Yazar için anımsamayı harekete
geçiren bir takım maddi nesneler vardır. Madlen Şekerlemesi, çan kuleleri,
ağaçlar, kaldırım taşları gibi duyum göstergeleri adeta içlerine gizlenmiş
başka bir özü, zihinsel bir çaba sonunda ortaya çıkarmaktadır. Duyumsama
göstergelerinde Anımsamalar, Keşifler ve Belleğin müdahalesi önemli bir yer
tutmaktadır. Örneğin Mahpus'da kahraman sabah kalktığında ışık ve koku ile
karışan istem dışı anılar ile gözünde canlanan kız figüründe ve ya
Martinville'de ki çan kuleleri romanlardaki karakterlerin anıları yani geçmiş
yaşantıları yakalanarak gösterge ile birlikte bir başarı vardır. Bununla birlikte
bellek çarpıtması ile birlikte göstergelerin deşifresini çözemediğimiz
durumlarda olur. Genç Kızlarda belirtilen bir olayda görülen üç ağaç figürü
keşfedilememiş, rüyada yer alan bir figür ve ya belleğin içine gömülmüş bir anı
olup olmadığından emin olunamadığı için öz çıkarılamamış ve Duyum göstergesinin
yorumlanmasında başarısızlığa uğranmıştır.
Proust
açısından asıl önemli olan ve Geleceğin kurtarılması için yorumlanması gereken
ve zamanı yakalayabileceğimiz tek gösterge Sanatın Göstergeleridir. Diğer tüm
gösterge çeşitlerinin bir yerde maddi olmasına rağmen Sanata ruhani bir görev
atfeder. Sanat göstergesini bir '' Mesih '' yani kurtarıcı olarak kabul eden
Proust için Sanat, Gösterge ile Anlamın birliğini taşır ve sanat aslında ''
monad '' olan bireyler arasındaki iletişimin tek imkânı olarak kabul edilir.''
Ancak sanat aracılığı ile dışarıya açılabiliriz, bir başkasının, bizimkiyle
aynı olmayan bu âlemde neler gördüğünü öğrenebiliriz... Özgün Sanatçı ne kadar
çoksa, bize açık olan dünyaların sayısı o kadar çoktur... '' derken Proust,
Yakalanan Zamanı adlı eserinde Sanatın göstergelerinin kavrayıp anladığımızda
zamanı yakalamanın yegâne yolu olduğunu belirtir. Sanatın bir öz taşıdığını
belirten Proust'un penceresinden baktığımızda Özler yani sanat eseri
ölümsüzdür, Swann'da belirttiği Keman ile Piyanonun kendi başlarına birlikte
ortaya çıkardıkları Sonatı diğer nesnelerin maddi olup geçiciliğine rağmen bu
dünyada sürekli kalacağını anlatır. Boşa Geçirmiş olduğumuz zaman Saf hali ile
kendini Sanat Göstergelerinde ortaya koyar. Vermeer’in resimleri, Wagner'in
müziği, Stendhal'in eserleri ve Thomas Hardy'nin yapıtları gerçekte ebedilik,
göstergenin ve öz olarak anlamın özdeşliği maddi olanın manevileştiği ve
bizlere başka dünyaları gösteren en yüksek göstergeleri taşır.
Tuğçe Naz Fırat