Showing posts with label FIKRET MUALLA. Show all posts
Showing posts with label FIKRET MUALLA. Show all posts

Wednesday, February 16, 2011

Fikret Mualla’nın Fransa’daki Yaşamı Ve Yaptığı Çalışmalar


‘’Kırmızı Sirk’’
Kağıt/ Guaş, 1960’lar, 

 Fikret Mualla, 1938 yılını 1939 yılına bağlayan günlerde Paris’e ayak basar. Bu dönemde Fransa, İkinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. Mualla, Fransa’da çeyrek yüzyılı aşkın bir süre, ölümüne dek burada yaşamıştır. Fransa’ya gelmiş olduğu ilk aylar, Türkiye’den babasının mirasını beklemekle geçirmiştir. Bu sırada Paris’in sanat merkezi sayılan Montparnasse’da kalmakta ve bir yandan da rastladığı Türkiye’li öğrencilerden para koparmaya çalışmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın kan ve barut kokan havası, Paris’e kadar gelip de Nazi işgali başlayınca, buradaki çeşitli ülkelerden gelen sanatçılarla birlikte Fikret Mualla’nın çilesi de başlamıştır. Kötü günlerin insanları birbirine yaklaştırdığı hemen her dönemde olduğu gibi, savaş da sanatçılar arasında bir dayanışma sağlamıştır ve Mualla’nın da aralarında bulunduğu sanatçılar bölüğü yiyecek ve içeceklerini paylaşmışlardır. Fikret Mualla, güzel bildiği Almanca’sı ve Berlin’de okumuş olmanın imtiyazı ile, işgalcilerle temasa başlar. Onun Nazi işbirlikçisi olarak nitelenmesi ise bu dönemden kaynaklanır. Biraz da Fransız polisinden yediği dayaklar, damgayı yemesine yol açacak ve geçimsizlik, sarhoşluk, hatta delilik gibi sıfatlarına eklenen Nazi işbirlikçisi, yıllar yılı unutulmayacaktır. Hatta Musevi bir kadını jurnal etmesi ve Almanlar’ın bu kadını kampa kaldırıp belki de öldürmüş olması, Fikret Mualla’ya yöneltilen tenkitlerin en acısıdır. Kendisine göre bu Musevi kadın, Mualla’ya borcundan dolayı sıkıştırmaktadır. Mualla bu yüzden Musevi kadının baskısından kurtulmak ister. Mualla’nın sıkıntılı günlerini hafifletmek isteyen bir Alman ailesi, ona Pigalle yakınlarında bir ev bulmuşsa da, Mualla bu semti hiç sevmemiştir. Fikret Mualla, Pigalle taraflarında kaldığı zamanlar 10 gün sokağa çıkmamış, evinde hasta yattığı sırada pencerenin kalın camına hayalindeki çıplakları yağlıboya ile resmetmiştir. Bu camın daha sonraki değerini bilen ev sahibi, söylendiğine göre, yüksek bir para karşılığında penceresini bir tablo meraklısına satmıştır. Mualla, Paris’te yıllarca 7. Impasse du Rouet-Paris XIV’de oturmuştur. Sonradan ise burasını Paris’te yaşayan ünlü ressam Selim Turan satın almıştır.

Fikret Mualla, Paris’e ayak bastığı 1939 yılı başından 1954 yılına kadar toplu olarak eserlerini hiçbir galeride sergilememiştir. Bu dönem zarfında yaptıklarını alıp, Montparnasse’daki çeşitli kahveleri dolaşırdı. Ondan resim almak isteyenler ise genellikle Dome kahvesine uğrardı. Fikret Mualla’nın resim pazarı Montparnasse’daki kahveler olmakla beraber, başka semtlerde oturan tanıdıklarına da uğrar, onlara eserlerini satardı. Öte yandan Paris’te geniş çevreleri bulunan Chamyra- Elysee’nin en zengin semtinde bir moda atölyesi sahibi olan Rabia Tevfik Başokçu ile, son halifenin hususi katibi ressam ve hattat Hüseyin Nakip Bey’den de yararlanırdı. Bu çok yönlü kişiler, yakın dostlarına, Fikret Mualla’dan resim almalarını önerirlerdi. Mualla, günün birinde eserlerinin pazarlama merkezi olan Dome kahvesindeki şef garsonla bu sokağın pek yakınındaki, bir Musevi asıllı çerçeveci ile, Ermeni kökenli bir doktor ile tanıştı. Her ikisi Mualla’dan zaman zaman resimler aldılar ve desteklediler. Ufak tefek bir adam olan çerçeveci Jean Esteve, Fikret Mualla’yı çok sevdi ve onun kalıcı eserlerinden seçtiklerini dükkanının vitrininde teşhir etti. Bu sıralarda iki tablo simsarı, 35 Rue de La Botie’de galeri Marcel Bernheim’de Mualla’nın güzel eserlerini sergilediler. Bu sergi için çok güzel renkli bir broşür hazırladılar. Bu sergide Mualla’nın eserleri büyük bir rağbet gördü ve tümü satıldı. Ama bu tablo tüccarları ve galeri, Fikret Mualla’ya satıştan hisse vermeyi vaat ettilerse de aralarında yazılı bir anlaşma bulunmadığından, gündeliğine tek bir frank bile vermediler.
 Ne var ki bu galeri Mualla’yı Paris’teki sanat çevrelerine görkemli bir şekilde tanıtmıştır. Mualla, o tarihten itibaren Fransız kökenli olmamasına rağmen, bir Paris ressamı olarak adını duyurdu.[1] Fikret Mualla, kısa zamanda Montparnasse kahvelerinin, Dome’un ve Seine nehriyle, Saint Germain bulvarı, Saints Peres ve St. Michel sokaklarının sınırlandırdığı ressamlar çevresinin belli başlı kişileri arasına girmiştir. Savaş yıllarında bile galerilere bazı resimler satmayı başaran Fikret Mualla, artık Paris sanat çevrelerinde tanınmakta ve soyut resmin geçerlik kazandığı bu dönemde bile figüratif resimlerine alıcı çıkmaktadır. Hatta çerçeveci, tablo tamircisi, meyhaneci, garson gibi resim esnafı, eserlerini satın almaktan ya da işleriyle değiş tokuş etmekten kaçınmamışlardır. Mualla, bir gün La Palette kahvesinde her zamanki yerinde otururken, çevresindeki sanatçılar Picasso’yu tanıtırlar sanatçıya. Mualla ise Picasso’yu tanımadığını söyler. Picasso ise bu yetenekli sanatçının kimi tablolarını görmüş ve beğenmiştir. Bir gün Mualla’yı evine çağırır ve bir tablosunu hediye eder Picasso. Her zamanki gibi parasız olan Fikret Mualla, ertesi gün bu tabloyu satışa çıkarır ve bir hafta süreyle istediği kadar içki içme bedeli karşılığında satar. Mualla öldüğü tarihlerde ise bu tablo, 12 bin 500 İsviçre frangı fiyatla satışa sunulmuştur.[2]

Fikret Mualla, figüratif resmin eskimiş sayıldığı, buna karşın soyut resmin baş tacı edildiği bir dönemde bile değerinin hemen kabul edildiği görülür. Soyuttan nefret etmiştir ama kimseyi yerdiği resim konusunda tartıştığı, özellikle de bir sergiyi gezdiği görülmemiştir. Mualla, Fransa’da kaldığı süre boyunca her sabah koltuğunun altına sıkıştırdığı bir tomar desen ya da guvaşı ele geçirmek için Contamine, Helmire, Tommasso, Estev ve Boudy gibi bir sürü küçük galeri ve çerçeveci fırsat kollamıştır. Yaptıklarını hiçbir yere satamaz, hatta karşılığında şarap da alamazsa, birilerine zorla bırakıyordu. Mualla’da, paranoid hastalarda saptanan bir özellik vardır. Bir polisi aşağılamak hevesiyle yaptığı delice bir hareket, vücudunun alkolden arınması için Saint Anne hastanesine yatırılmasıyla sonuçlanmış ve ayrıca sınırdışı edilmesi amacıyla girişimlere başlamıştır. Fikret Mualla’nın yaşamış olduğu ruhsal krizler, resminin kalitesi üzerine hiçbir etkide bulunmamıştır. Resimde aynı dengeliliği sürdüren, hatta her gün daha başarılı olan bir sanatçı olmuştur. Huzurunu, dengesini resim yaparken buluyor; dünyayı gördüğü gibi eserlerinde yansıtıyordu. Sanat çevrelerindeki ünü, krizlerinin sıklaşması oranında artıyordu. 1952’den beri birinci sınıf galerilerin adamı olmuştu. Dina Vierny, Katia Granoff, Bruno Bassano gibi tanınmışlar, eserlerini almaya başlamışlardır. Fikret Mualla, çok büyük bir sanatçı olduğunu, bu nedenle böylesi bir ruh halinin doğal sayılabileceğini Dina Vierny’e anlatarak, kendisini kurtarmasını istemiştir. Hastanede kaldığı iki aylık süre içerisinde Dina Vierny’e tablolar yapmıştır. Bunlar 1954 Kasım’ında açılacak ilk sergisinde yer alan eserlerdir. Fikret Mualla, 1954’deki ilk sergisinden sonra, 1955’te ikinci bir sergi daha açtı. Artık sanatçıya olan ilgi büsbütün artmıştı. Mualla, kendini zorla da olsa Paris sanat çevrelerine kabul ettirmişti. Bir süre France Bertin’e devamlı satış yapmış, sada sonra da ünlü sanayici Lhermin’le anlaşma yapmıştır. Sanayici Lhermine, 1957 ve 1958’de sağ kıyının en tanınmış iki galerisinde üst üste üç sergi düzenlemiştir. Mualla, Lhermin’le yaptığı anlaşma üzerine Seine nehrinin 1939’dan beri yaşadığı bohem sol yakasından, burjuva sağ yakasına taşınmıştır. Bol paralı bir çevreye girmiştir Mualla, fakat kısa bir sürede buradaki insanlarla da bozuşmuştur. Fikret Mualla, koruyucu meleğim dediği Madame Angles’la bu dönemde tanışmıştır.
 Sürekli müşteri olan bu madam, onu artık olağanlaşan belalardan sık sık kurtardığı gibi, 1962’de felç geçirince hastaneye kaldırılmasını ve bakımını da sağlamıştır. Sonra da Nice yöresinde, denizden seksen kilometre ötedeki Reillane kasabasında bulunan evine yerleştirmiştir. Bakımıyla görevlendirdiği bir kadının ücretini ödemiş ve Mualla’nın tüm giderlerini karşılamıştır. Fikret Mualla, kendini ‘’ressam sıfatıyla büyük olduğu kadar küçük ve küçük olduğu kadar büyük’’ diye tanımlıyordu. Kimseyle bir araya konmak, kimseye benzetilme istemiyordu. Türk ressamları sergisine katılması istendiğinde ise, görünüşte büsbütün maddi bahanelerle, gerçekte başkalarıyla bir arada olmamak için teklifi reddetmiştir. Kimi etkiler ve mizaç benzerlikleri, belli bir sanat türüne eğilmiş olması sonucunda, Mualla’da yabancı ustalarla benzerlikler görülür. Özellikle de konu bakımından Toulouse- Lautrec’e benzetilir. Mualla bu resimleri yirminci yüzyılın yarısında yapmış iken, tiplerinin elbiseleri ise on dokuzuncu yüzyıl, yani Toulouse- Lautrec yılı modalarıdır. Mualla’nın sokak yaşantılarını canlandıran düzenlemeleri ise ressam Steinlen’i hatırlatmaktadır. Mualla’nın genel olarak resimlerine baktığımızda, Lautrec’den başlayıp, Bonnard ve Vuillard’da bir bakıma Amerika’lı Wisthler’de de süren Japonisme havası görülür.[3]

 Fransızların ‘’Le Monsieur qui Vit Seul’’ (yalnız yaşayan adam) dedikleri Fikret Mualla, Fransa’da acılar, tedirginlikler, yalnızlığın verdiği ürküntüler içinde sanat hayatını bir bohem olarak ölünceye dek sürdürmüştür. Mualla, Fransa’da yirmi yedi yılı aşkın bir süre yaşamıştır. Onun dünyasında yalnızlık ve korku vardır. Bu iki kavram ise kendisini rahatsız etmiştir.Yalnızlık duygusuna zaman zaman nostaljik durumu da eklenmiştir. Yalnızlığını unutmak için resim yapmak, mektup yazmak veya içki içmek onun vazgeçemediği alışkanlıklardır.Fakat bununla birlikte sanat çevresi ile de ilgilenir. Sorunlarını arkadaşlarıyla paylaşmak, dertleşmek ona hayatın kendisi gibi gelmiştir. Yalnızlık ile koşut olarak var olan ikinci durum ise; sanatçıda gözlemlenen sürekli korkudur. Bu korku illeti onu hayatı boyunca tedirgin ettiği gibi, ıstırap da çektirmiştir.[4]

Mualla, zaman zaman Montmartr’a dadanmış, Tertre alanında ressam bozmalarıyla yan yana resim yapmış, satmış, içmiş kavgalar etmiş, sonunda dayanamayıp bir daha dönmemek üzere buradan ayrılmıştır. Burada sahte ressamlar, sahte resimlerini, sahte resim alıcılarına, sahte para karşılığında satıyorlardı. Buci pazarına, bir gezgin satıcı alçakgönüllülüğüyle katılan Mualla, bu çevrede hemen her gün resim satabiliyordu. Fakat bu acele satışlar, ancak kıt kanaat bir günlük geçimini sağlıyordu.[5] Fikret Mualla’nın eserlerine, Paris’te ünlü ressamlara ait satışlar arasında, Moniteur des Ventes de sık sık rastlanmaktadır. Dali, Chagall, Dufy, Picasso, Matisse, Signac, Ziem, Van Dongen ve Pisarro gibi resim üstatları ile aynı piyasada boy göstermiştir. Mualla’nın Türkiye’deki eserleri, Fransa’dakilerle kıyaslanamayacak kadar azdır. Fikret Mualla’nın Fransa’da olduğu gibi Türkiye’de de piyasası vardı. Ancak Mualla, boyaları ile ince işlemekten ve iç içe karıştırmaktan çok, kendine özgü yaygın bir üslubun yaratıcı olmuştur. Bu açıdan, ününden yararlanılarak taklitlerini yapanlar çok olmaktadır.

Fikret Mualla’nın, 1954 ve 1955’teki sergilerinden sonraki bir sergisini de ünlü dekoratör Madame France Bertin düzenlemiştir. 17 Ocak 1959’da 19 rue Gueneguad’da yapılan bu sergi, Mualla’yı iyiden iyiye su yüzüne çıkartmıştır. Bundan sonrakiler genellikle, koleksiyoncuların topladıkları ile ilgili sergiler olmuştur. Bunun en başarılısı ise 1964 Kasım’ında 9 rue Gregoire de Tours’de, İtalyan kökenli Bruno Bassano’nun galerisinde düzenlenen sergi olmuştur. Paris’teki sanat hayatında dengesiz hali ve ucuza verdiği eserlerle yaşayamaz ve çalışamaz günlerini düşünmemesi, Fikret Mualla’ya ufak da olsa eş dost elinin ve yardımının uzanmasına vesile olmuştur. Bir ara, Paris’te yaşamış olan son halifenin özel sekreteri, aynı zamanda iyi bir ressam ve hattat Hüseyin Nakip Bey de yardımlarını sağlamıştır. Sanat sahasında Mualla’yı Parislilere tanıtanlar arasında, oraya vaktiyle yerleşmiş olan eski Osmanlılardan Hacı Bızdık başta gelmiştir. Mualla’yı keşfedenlerden bir diğeri de Paris’in ünlü kadın dekoratörü France Bertin’dir. 15 Aralık 1959’dan, 15 Ocak 1960 tarihine kadar devam eden Franca Bertin’in sergisinde Mualla, sanat çevresine çok iyi bir şekilde tanıtılmıştır. Mualla’yı son kez himaye eden kadın, zengin ve ünlü koleksiyoncu Raquel Angles’tir.

Fikret Mualla’nın en çok sevdiği ressamlara bakacak olursak eğer, Türk ressamlarından en çok Binbaşı Sami Bey (Yetik)’i beğenirdi. Ayrıca İbrahim Çallı’yı da çok severdi. Parsi’teki ressamlardan Selim Turan’ı çok beğenirdi. Abidin Dino ise onun için ayrı bir yer tutmaktaydı. Yabancı ressamlardan en çok beğendiği sanatçı ise Matisse’dir. ‘’Onun nefis renkleri hiçbir ressamda yoktu. Bununla beraber Van Dongen zarif bir insan, mükemmel bir sanatkardır. Tabii Derain ile Vlaminck’i unutmamak gerekir’’ derdi Mualla.[6] Paris’teki sanat otoriteleri ise Mualla hakkında birçok eleştiride bulunmuştur. Bunlardan; Galerie Marcel Bernheim’in 1957 yılında yayınladığı broşürde Mualla şöyle takdim edilmiştir:

‘’Bütün artistlerin tablolarını teşhir eden salonlar ve galerilerde bir deha bulabilmek, hiç şüphe yok ki bize hayat verecek olaylardandır. Mualla, şimdiye kadar bizim profesyonel sanatkarların gözlerinden kaçmış bir kimse midir? Zannetmiyoruz. Gerçekten mahzar olduğu mevkii, doldurulabilir. Onu tanımakta fayda umuyoruz. İstanbul’da doğmuş, tek başına yaşayan, çok okuyan bir adam. Tek düşüncesi ve sabit fikri resim sanatıdır. Kendisi, meslektaşlarını hiç ziyaret etmez. Onlarla pek dostluk kurmaz. Resimde hiçbir ekole mensup değildir. Kısa boylu, kalın silüeti ile, bakışındaki hayret ve zekası gözden kaçmayan bir sanatkardır. Meslektaşları arasında bambaşka bir yeri vardır. Bir ressam için sanatın ifadesi, boya kutusundadır. Bu artist ise, parlak, kuvvetli, zengin, dolgun ve ritmli renklerle muhteşem sanatkarlığını tanıtıyor. Çoğuna göre ressamlığın rolü, tabiatı büyük bir sadakatle temsil etmek değildir. Gerek bunlar, gerekse abstre sanatı kabul etmeyenler, çizgilerle renklerin imtizacını istismar etmekten memnun kalmayanlar ve bütün yeni resim akımlarının mensupları için, Mualla, sevdiğimiz bir sınır içinde durmasını bilmiştir. Bütün eserleri, resmin son ustalarını arayanları ilgilendirecek niteliktedir. Kesici, elastiki şekilleri ile bazı silüetleri Lautrec’e benzer. Bazen de Bonnard ve Vuillard’ın nazik ve hassas taraflarını taşır. Sıcak renkleri, konuşur gibidir. Cazibeli, içten gelen samimi bir hava vardır. Mualla, şahsiyetini kafi derecede bulmuş bir sanatkar olduğundan, asla kendisinden evvelkileri kopya etmemiş ve onlardan miras kabul eylememiştir. Çünkü kendi çığırında tam başarıya ulaşmıştır.’’


[1] T. Toros, ‘’ Fikret Mualla’’,  Akbank yayınları,  İstanbul ,1986, s.56
[2] A. Kabacalı, ‘’Fikret Mualla’da Bireysel Dram ve Dengesizliğin Uyumu’’,  Milliyet Sanat, sayı 187, 4 haziran 1976, İstanbul ,s.11
[3] N. Berk- O. Koloğlu, ‘’Fikret Mualla, Hayatı-Sanatı-Eserleri, Milliyet Yayınları Sanat Kitapları Dizisi, İstanbul ,1971 ,s.61
[4] Ş. Öztop, ’’40. Ölüm Yıldönümünde Ruh Gurbetinde Bir Ressam Fikret Mualla’’,  Artist Modern Dergisi, Temmuz-Ağustos 2007, İstanbul , s. 73
[5] A. Dino, ‘’ Gören Göz İçin Fikret Mualla’’, Dünya Kitapları, İstanbul, 2006, s.100-101
[6] T. Toros, ‘’Fikret Mualla’’,  Akbank Yayınları, İstanbul, 1986 , s.60

1940 SONRASI DÖNEMDE FRANSA’DA SANAT ORTAMI VE FİKRET MUALLA - 20060114034 Seda Kirişçioğlu                          


Sunday, February 13, 2011

Fikret Mualla’nın Türk Sanatı İçindeki Yeri


Fikret Mualla’nın sanatı üzerine birçok yorum yapılmıştır. Genellikle, çoğunluk onun dışavurumcu bir sanatçı olduğunu söyler. Bunun anlamı ise, sanatçının öznelciliğe büyük ağırlık verecek şekilde bağlı kalmamasıdır. Dışavurumcu sanatçılara örnek olarak ise, Gauguin, Munch, Van Gogh, Matisse, Fauve’lar, Die Brüche grubu, Kokoscka, Der Blaue Reiter topluluğu, Kandinsky, Klee, Grosz, Neve Sachlichkiet grubu, Rouault, Soutine, Rivera, Orozco, Tamayo, Picasso, Dubuffet ve Apel gibi sanatçılar örnek verilebilir. Bazılarına göre Mualla, Lautrec’i taklit etmiş, bazılarına göre de Van Gogh’u. Ayrıca birtakım kişilerce de Mualla Türk ressamı bile sayılmamıştır. Çünkü Paris’te ele aldığı konular hep Türkiye’nin dışındadır. Fikret Mualla’nın sanatına baktığımızda iki dönem dikkati çeker. İstanbul dönemi ve Fransa dönemi. Bu iki dönem biçim bakımından hiç de birbirinden değişik değildir. Yalnızca konular değişiktir. İstanbul döneminde Haliç, mezarlıklar, cami avluları, Ayasofya, Boğaz görüntüleri, Eyüp, Erenköy, yeni harfleri öğrenen kadınlar, nüler, peyzajlar ve portreler vardır. Fransa döneminde ise, Paris görüntüleri, Notre Dame Kilisesi, lokantalar, cafeler, barlar, müzisyenler, berberler, sokaklar, çarşı-Pazar, sirk görüntüleri, güney kıyıları, gemiler, natürmortlar, kuşlar, balıklar, burjuvalar, hastalar, melankolikler ve deliler vardır. Ayrıca Mualla, hastanelerde bunalımlara düştüğü zaman karabasanlı birtakım hayvan resimleri ve görüntüler de çizmiştir. Mualla, figüratif bir ressam olmakla birlikte, zaman zaman soyut resimler de yapmıştır. Fakat bunlar sayıca çok azdır. Çok az yağlıboya resim yapabilmiş, genellikle guaş- suluboya çalışmış ve bir yığın desen çizmiştir. Renklerinde hiçbir bayağılık ve aşırılık yoktur. Renkleri birbirine hiç karıştırmadan uzlaştırmayı başarmıştır. Hiçbir şeyi silip, bozup yeniden başlamamıştır. Yirminci yüzyılı neredeyse ikiye bölen soyut-somut resim kavgasında, Fikret Mualla somut anlatımlı, okunaklı bir resim türünü seçmiştir. Almanya’da ve Fransa’da soyut akımın denemelerini daha başlangıç yıllarında izlemiş, kendi de zaman zaman soyut denemeler yapmıştır. Sayıca az olan bu denemeler gösteriyor ki, soyut dilin yabancısı değil, ustasıydı Mualla. Sanatçı resimlerinde, sıkıntılarını anlatmaktan kaçmıyordu genellikle. Hiç değilse görünüşte, mutlu resimlerdi Mualla’nın yaptıkları. Konu bakımından ya da resmi yaparken duyulmuş, resme yansımış bir mutluluktu.İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı atmosferinde bar ve cafelerin bohem ortamlarını soluyan Fikret Mualla, figür geleneği içinde ifade düzeyi, kompozisyon ve renk duyarlığı ile öne çıkan bir tavırdadır. Hızlı bir üretim için uygun zeminler sunan kağıt üzerine guaş boya tekniğiyle gerçekleştirdiği diziler, post-empresyonist mirasa ve kısmen de Matisse’e dayanan renkçi duyarlıkla bütünleşen, fovizm ile dışavurumculuğun sentezinde karşılığını bulan bir çözümü üretmekte gecikmemiştir. Fikret Mualla’nın resimlerini 1954 ve 1967 yıllarını kapsayan dönemde belirginleşen anlatım özellikleri itibariyle nitelemek doğru olur. Çünkü esas bu evrede, dışavurumcu ve lirik tatların iyiden iyiye öne çıktığı, konturların belirleyici gücünü yitirdiği, soyut lekelerle donatılan daha karışım renklere ve sıcak armonilere dayanan piktural niteliklerin dorukta olduğu kompozisyonlarla karşılaşırız. Fikret Mualla, ağırlıklı olarak cadde ve sokak gezintilerini konu edinirken, figürleri minyatürlerde gördüğümüz şematik düzen anlayışına benzer şekilde bir araya getirir.
Gayrı resmi bir geçit hali yaratan figüratif yapılanış, hareket izleniminin sunduğu potansiyel nitelikli dinamizmi zaafa uğratır.Ayrıca yüzeysel renk kullanımının istifleme ve yan yana dizilme anlayışının ya da sergilenen dramatizasyonun düzeyi gibi konularda, Osmanlı minyatürlerinde gördüğümüz ifade özellikleriyle benzeştiği söylenebilir. Bu tespitler bir rastlantıdan çok, Mualla’nın Türk ve Doğulu kimliğinin resmine olan katkısı, bu bağlantının bilinçdışı süreçte yüzeye çıkan belirtileri olarak görmek doğru olacaktır. Sanatçının gerek psikolojik yapısı, gerekse sanatsal donanımı açısından genelde sakin ve titiz bir süsleme eğilimiyle ilgilenmesi kadar yapay bir durum olamaz. Tersine Mualla’nın resmini karakterize eden unsurlardan biri ve en önemlisi hıza bağımlı bir oluşma dinamiğine dayalı durmasıdır. 1956 tarihli ‘’Bekleme’’ adlı kompozisyonda, Mualla’nın resmindeki düzlemselliğin kırılmaya başladığını, birbirinden bağımsız birçok figürün, her biri kendi içinde tümlenen bir kuruluşa göre resmedildiğini görürüz. Büyük alanlara yayılan düz ve saf etkili renklerin organizasyonu yoluyla bir karışıma zorlandığı açıktır. Gerçekten de burada üst üste yığılan görüntülerin yol açtığı katlı anlam oluşturma yöneliminin de iyice belirginleştiği görülür. Mualla’nın deformasyon eğilimi, sevimli ve sempatik bir figür yorumuna engel olmaz, Genelde Mualla’nın Paris resimlerinde bu mizahi yorumun, insancıl ilgi ve bakışın ayrıcalığını her zaman duyumsamak olasıdır. ‘’Bekleme’’ tüm bu zenginliği sunarken aynı zamanda da, Mualla’da gördüğümüz hıza bağımlı oluşumun giderek etkisini yitirmeye başladığının ve piktural bir kalitenin peşinde yeni arayışların gündeme geldiğinin kanıtı gibi durur. Fikret Mualla, çağdaş resim akımlarını bilinçli biçimde izlemek yerine, duygu ve coşkularının peşinde kendine özgü bir lirizm ve çocuksu ifade anlayışını yakalamıştır. Neredeyse her resme yön veren, dışarıya dönük bakış, aslında bir iç gözlem sürecinin yansımaları olarak da yorumlanabilir. Böylece fovist ve dışavurumcu duyarlık ve ifade olanaklarının sentezini yaratan Mualla, yakaladığı lirizm boyutuyla başkalaşan, dünya acısı ile melankolinin sınırlarında gezinen bir ressamdır.Çoğu yazar, Fikret Mualla’nın yaşamı ile resimleri arasındaki bir çelişkiden söz etmektedir. Bu çelişki,onu huysuz, saldırgan, uzlaşmaz, söz dinlemez, küfürbaz kişiliğine karşın, resimlerindeki renkçi, uysal, saldırgan olmayan görüntülerle ilgilidir. Bir başka deyişle bu çelişki, onun karmaşık ruhsal yapısının resimlerine yansımadığı yargısına varmakla ilgilidir. Mualla’nın çizimlerinde ekspresyonizmden kübizme, konstrüktivizmden fovizme, Alman baskı sanatından Japon baskılarına değin çeşitlenen bir çizgi kalitesi görülür. Karikatürlerinde, yalnızca akımlar bazında bir bilgilenme ve etkilenmesinin ötesine geçtiğini, kültürel çeşitliliği özümseyerek dilediğince kullandığını görürüz. Mualla, Derain’den, Leger’ye değin bir çok çağdaş sanatçının biçimini kavrayıp karikatürleştirerek, tek bir çizimde toplayabilme yetisini gösterebilecek birikimde bir sanatçıdır. Fikret Mualla’nın 1930-1940’larda üzerinde yoğunlaştığı konu, tarihi, coğrafyası, iklimi ve insanı ile İstanbul kentidir. Bu sanatçı- kent birlikteliğinde özellikle de Ayasofya önemli bir yer tutmaktadır. Mualla ve arkadaşları, Ayasofya’yı karşıtlıkların kesişme noktası ve, tarihsel ve kültürel bireşimi olarak değerlendirmekte, bu anlamda Ayasofya, kültürel katmanlığın buluşma yeri olarak simgesel bir anlam yüklemektedir. Fikret Mualla’nın resmi, tarihsel ve kültürel anlamda gerçekten de yoğun bir birikime sahiptir. Boya, çizgi, konu, ifade ediş bağlamında süreçsel göndermelerde bulunur. Onun resmi coğrafyalarla, iklimlerle sınırlı değildir. Mualla’nın resimleri, varoluş- yokoluş ikilemine karşılık gelir. Bu anlamda da kendini tüketişin öyküleridir onlar.Fikret Mualla’nın resimlerinin ilk karşılaşma anında, kolay ve basit sanısı uyandıran yalın, yapmacıksız ve zorlamasız üslubu, toplumun her kesiminin bu resimleri ilgi ve beğeniyle izlemesine neden olmuştur. Mualla, yaşamak için resim yapmak zorundadır. Çünkü benliğini yok eden korkularından ancak böyle kurtulmaktadır. Yaşamındaki dengesizlikler, ruhsal yapısındaki sarsıntılar, sanatçının yaratıcılığını beslemiştir. Türk resminin batı yakasını temsil eden sanatçılar arasında olan Fikret Mualla, adını o yakanın bir yığın sanat spekülasyonuna, değerler karmaşasına ve güncel gelişmeler hızına karşın kabul ettirilmişse, bunun başlıca nedeni hep kendi kalabilmiş olmasındadır. Mualla, verilemeyecek hiçbir hesabı olmadığı gibi, yarıştığı bir başka ressam da yoktur. Resim yaparken hiçbir maske takmamış ve yaşadığı dönemin üslup problemleri ile uğraşmamıştır. Gözlemlediklerinden arta kalanı ve içinde birikeni dışarıya taşımıştır.

Fikret Mualla’nın sanatını yıllarca Paris’te yaşamış herhangi bir ressamın sanatından ayıran temel özellik, belirli bir akıma, kişiye, ekole bağlanmamak, doğal olandan hareket etmek, yaşamın gerektirdiği atmosferi renge ve biçime aktarırken içten davranmaktadır. 1957, 1964 ve 1969 Paris sergileri üzerine Fikret Mualla’yı tanıtıcı yazılar yazan koleksiyoncu ve ressamlar, onda genellikle bazı etkilerin sözünü etmekle beraber, bu etkileri abartmaktan, belirli eğilimleri öne çıkartmaktan kaçınmışlardır. Etkilerin başında Lautrec’in adı geçmektedir. Lautrec’le Mualla’yı bir tutan görüşlerin dayandığı ilke, bu iki sanatçının da yaşam öyküleri açısından lanetlenmiş kişiler olmalarıdır. Resimlere yansıyan kon benzerlikleri gibi, yaşam çizgilerindeki paralellikler, yapıttan çok yaşam öykülerinin trajik boyutlarını yüceltmeye ve efsane haline getirmeye alışmış yarı entelektüel çevre için birer hareket noktası olmuştur. Aynı açıdan Modigliani ve Pascin’in adları da öne sürülmüştür. Resimsel benzerlikler açısından ise Bonnard ya da Vuillard, Munch ya da Nolde’nin adlarını ananlar olmuştur. Bu tür kataloglarda, Fikret Mualla’nın anlatımcı üslupla fovizmi birleştiren bir sanatçı niteliğinde göründüğüne de değinilmiştir. Resim, onun için bir yaşama biçimi, yaşamın çirkinliklerini unutma yoludur. Çizgi ve rengin onun resimlerinde hiçbir zaman akademik vizyonlara bürünmemiş olmasının asıl nedeni de budur. Bir yaşam adamıdır Fikret Mualla, Yaşamın kendisine öğrettiği gerçeklerden hareket eder. Batının sanat merkezi olan Paris’te biçimlenen bir yaşamı vardır sanatçının. Hep çevresindeki insanlara bakar, onların davranışları ve hareketleri karşısında yeterince duyarlıdır. Bu duyarlık onda bohem çevre insanını, resmine temel figür yapma olanağını sağlamış ve Mualla bu olanağı sonuna kadar kullanmasını bilmiştir. Özellikle 1945-1950 dolaylarını kapsayan desenlerde, figür oluşumu Picasso’nun çizgi karakterini anımsatmaktadır. Aynı şey renkli resimlerinde, guaş, akravel ve suluboya resimlerinde de vardır. Çok dolaylı birtakım benzerlikler için, etki öğesini temel almamak gerekir. Bir etki adamı değildir Fikret Mualla, etkilenmeye ne zamanı ne de bohem yaşamı uygundur.[1]Fikret Mualla, diğer ressamlardan çok farklı boyutlara varan bir yorumun benzersiz örneğini oluşturmuştur. Türk resmi içinde avangard sayılan bir kanatta yer almıştır. 50’li yıllarda kompoze etmiş olduğu resimlere baktığımızda aynı yılların Türk resim sanatı ve estetiğinden çok ileri noktalarda bulunduğunu görürüz. Özellikle bu yıllarda Fikret Mualla’yı çağdaşlarından ayıran özelliğin rengi kullanma ve algılama biçimi olduğu görülür. Soyut sanatın dışında devinen figüratiflerde bu sıralarda renk kavramı gelişmemiştir.
Fikret Mualla’nın yapıtları ise olağanüstü renkler ve çevresinde gördüğü insanların ilginç deformasyonlarıyla doludur. Resimlerinde acemice yapılmış bir izlenim veren üslup, gerçekte Türk resim tarihinde benzeri olmayan farklı bir tarzı açığa çıkarmaktadır.Sanatçının ruhsal iniş ve çıkışları zaman zaman farklı ürünler vermesine neden olmuştur. Kendisini kötü hissettiği günlerde resimde siyah, beyaz ve gri renkler kullanmış, mutlu ve neşeli olduğu günlerde ise son derece renkli çalışmalar yapmıştır. Kısacası renk onun ruhsal dünyasının iniş ve çıkışlarının bir ifadesi ve taşıyıcısı olmuştur.[2]Türk sanatı içinde her şeyden önce bu bohem sanatçının hiçbir önyargıya, temel akıma, güncel eğilime dayanmayan bir anlatımının içtenliğini görürüz. İçtenlik, onun resimlerinde soyut ve içeriksiz bir kavram olmaktan çok, yaşamın değişken karakterinden, görüntüler dünyasının doğurgan genişliğinden kaynaklanan ve mutlaka yaşanmış olan bir olgudur. Türk resim sanatı geniş bir perspektifte incelendiğinde, Fikret Mualla’nın değişik janrda kendine özgü çarpıcı bir üslubu olduğu görülür. Mualla, çarpıcı özgün üslubu ile çağdaşlarıyla sadece insani ilişkilerin haricinde sanat anlayışı bütünü ile ayrılır. Özetle hiçbir yerli ve yabancı sanatçının benzerliği söz konusu değildir. Sanatçının genellik unsuruna baktığımızda ise, Mualla’nın evrensel nitelikte bir sanat anlayışına sahip olduğu görülür. Fikret Mualla, Avrupalı bir ressam olarak kalmıştır. İster istemez Paris dekoruna bağlanmak zorunda kalmıştır. Fakat uzun yıllardır Paris’te ve Avrupa’nın başka şehirlerinde yaşayan kimi ressamlarımızda da aynı bölgesel karakter sezilmektedir. Fikret Mualla’nın hemen hemen bir ömür boyu Türkiye’den ayrı kalmış olması, üstelik Türkiye’yi hatırlatacak bir temel eğitimden yoksun oluşu, onu bu evrenselliğe doğru götürmüştür

1] K. Özsezgin,  ‘’Hiçbir Katı Kurala Dayanmayan Fikret Mualla İçin Resim, Yaşamın Olağan Bir Uzantısıdır’’ Milliyet Sanat Dergisi, 4 Haziran 1976, sayı 187, s. 18-19
[2] Y. Baraz,  ‘’Güçlü Sanatıyla Yaşama Meydan Okumuş Bir Sanatçı; Fikret Mualla’’, Antik Dekor Dergisi, sayı 44.


-1940 SONRASI DÖNEMDE FRANSA’DA SANAT ORTAMI VE FİKRET MUALLA - 20060114034 Seda Kirişçioğlu