1964 yılında çekilen Gurbet Kuşlarında göçün en temel
nedeni yeni ve iyi bir hayata duyulan özlem, 1978 yılında çekilen Sürü filminde
göçün nedeni çaresizlik ve sıra dışı islerle yaratılan istihdamdan yararlanmaktır. Bu da göç
etme nedenlerinin zaman içinde ülkede değişiklikler gösterdiğinin bir kanıtıdır. Göç eden insanlar kendi
kültürlerini, kırsallığın
verdiği
geleneksel ilişki
biçimlerini kent hayatına da taşımışlardır. Kent merkezlerinde yer edinemeyen bu
göçmenler, bos buldukları,
kent merkezine en yakın alanlara “gecekondu” diye nitelenen sağlıksız konutlar yaparak
yerleşmişlerdir. Kentlerin fiziki
yapısını etkileyen bu yapılaşma biçiminin yanında, taşradan göç edenlerin yasam biçimleri de kent yaşantısı içine dâhil olmaktadır. Karşılıklı etkileşim içinde olan kır ve
kent yasam
biçimleri birbirlerinden etkilenmişler ve kentsel yasamı heterojen bir yapı haline getirmişlerdir. Bu heterojenlik
keskin ayrımlar olarak hem fiziki çevreden hem de sosyal hayatın geçtiği gündelik eylem
biçimlerinden okunmaktadır.
İstanbul ve Ankara ayrımı bu iki filmde de net olarak
gözükmektedir. Tarihi birikimine dayalı olarak zengin bir yapılı çevreye,
denizle kurduğu
ilişkiler
bakımından nadir coğrafi
özelliklere sahip olan İstanbul, filmlerde de bu imgeler üzerinden
aktarılmaktadır. Kentle ilk karsılaşma anlarının altının çizilerek verilmesi toplumsal
hafızada kayıtlı İstanbul
imgelerine karşılık
gelmektedir. İstanbul
karmaşıklı
düzeyi fazla, eğlence
ve tüketim ilişkileri
gelişmiş yapısıyla
ve özellikle de iş olanaklarıyla çekici
bir merkezdir. (Gurbet Kuşları)
Buna karsın
Sürü filminde de öne sürüldüğü gibi, Ankara İstanbul’dan çok farklı imgelerle görselleştirilmiştir. İki kentte ortak olarak
gecekondu ve çöküntü mahalleleri oluşmuş olsa da, kent merkezine ve dolayısıyla kentin gündelik
hayatının niteliğine yapılan
vurgular değişiktir. Ankara’nın başkent olarak
seçilmesinden sonra, kentte uygulanan planlama ve imar operasyonları, kente
devletin ideolojisini ve otoritesini hissettiren bir yapı örüntüsü katmıştır. Kamu kuruluşları binaları, bankalar
gibi binaların kent merkezindeki konumlanmaları toplumsal hafıza içinde
kaydedilmiş Ankara
imgeleridir: Ankara planlanmış, düzenli bir sistemin etkisi altında yapılandırılmaya
çalışılmıştır. Bu farklılaşmalara rağmen göçün yarattığı çöküntü
alanlarında İstanbul’a
benzer yapılaşmalar
görülmektedir. İki
filmde de bu alanlara ve yaşamlara dikkat çekilmektedir. Bu da göçmenlerin
topluluklar halinde, yerleşilen alanlarda ve mahallerde küçük köyler, kırsal
kentler yarattıklarının bir göstergesidir.
Kadınların aile ve toplumsal hayat
içindeki, ikinci planda olan konumu göçle birlikte kente de taşınmıştır. Kadın erkeğin egemenliği altında, ezilen, söz
hakkı olmayan bir roldedir. (Gurbet Kuşları, 1964). Ekonomik özgürlüğü de olmayan kadınlar
genellikle çalışma
hayatı içinde de bulunmazlar. Kendi bireysel hayatlarını kurabilen kadınlar ise
ya eğitim
almış ve
ekonomik özgürlüğü
olan kadınlardır ya da fahişelik yaparak hayatlarını kazanmaktadırlar. (Gurbet Kuşları, 1964).Gurbet Kuşları’nda kentte
tutunabilmenin tek yolunun, kentin nimetlerinden faydalanabilmek adına “uyanık
ve akıllı” olunması yönündedir. Uysa bu uyanıklık hali, aslında toplumsal çöküşün ortaya koyduğu “haybecilik, kolay
yoldan para kazanma” gibi değerlere karşılık gelmektedir. Bu değerlerden uzak bir şekilde yaşamını kurabilen karakter filmde taarruza geçerek kent
içinde başarıya
ulaşmış olarak
verilmiştir.
Buna karşın
benzer bir aklı yürütemeyen aile, geri çekilmiş ve geri dönmüşlerdir. Haybeci karakterinin bu tavrı yabancılaşma kavramına denk olan
“yanlış bilinç”
ile açıklanabilir. Kendi bulunduğu durumun farkında olmayarak, yani haksız yoldan para
ve itibar kazanıyor olması, bir görelilikle açıklanabilir. Değerlerini bu yönde geliştirmesi bireyin bir
anlamda özüne, çevresel ilişkilerine yabancılaşması anlamına gelmektedir.
Bireyin göçle birlikte yasadığı temel sıkıntılardan
olan kent yaşamına
uyum sağlayamama
ve bu noktada kendi kimliğini
ortaya koyamam sorunu yabancılaşma örneklerindendir. Gurbet Kuşları filminde, her türlü
riski göze alarak bir ötekiyle karşılaşmasını cinsellik üzerine kuran aile fertleri, bu
kararlılığı
hatalarına rağmen
telafi etme yolunu seçmezler. Toplumsal ahlak kuralları her zaman baskıcı
halini birey üzerinde taşımaktadır.
Sürü filminde ise kaybedecek bir şeyleri olmasına rağmen, yenik bir şekilde kente gelen topluluğun bireyleri, bu birliğin gücünü kent içinde
sürdüremezler, ilişkiler
sarsılır ve birey yalnızlaşarak tüm gücünü kaybeder. Bu topluluk içindeki bireyin
sahip olduğu
yabancılaşmasına
karşılık
gelmektedir.
Referanslar
Türlerle Türk Sineması: Dönemler, Modalar, Tiplemeler , Agâh Özgüç
Türk sineması tarihi , Oğuz Makal
Ideology in Turkish Cinema , Mustafa Mencutekin
No comments:
Post a Comment