Sunday, February 13, 2011

Fikret Mualla’nın Türk Sanatı İçindeki Yeri


Fikret Mualla’nın sanatı üzerine birçok yorum yapılmıştır. Genellikle, çoğunluk onun dışavurumcu bir sanatçı olduğunu söyler. Bunun anlamı ise, sanatçının öznelciliğe büyük ağırlık verecek şekilde bağlı kalmamasıdır. Dışavurumcu sanatçılara örnek olarak ise, Gauguin, Munch, Van Gogh, Matisse, Fauve’lar, Die Brüche grubu, Kokoscka, Der Blaue Reiter topluluğu, Kandinsky, Klee, Grosz, Neve Sachlichkiet grubu, Rouault, Soutine, Rivera, Orozco, Tamayo, Picasso, Dubuffet ve Apel gibi sanatçılar örnek verilebilir. Bazılarına göre Mualla, Lautrec’i taklit etmiş, bazılarına göre de Van Gogh’u. Ayrıca birtakım kişilerce de Mualla Türk ressamı bile sayılmamıştır. Çünkü Paris’te ele aldığı konular hep Türkiye’nin dışındadır. Fikret Mualla’nın sanatına baktığımızda iki dönem dikkati çeker. İstanbul dönemi ve Fransa dönemi. Bu iki dönem biçim bakımından hiç de birbirinden değişik değildir. Yalnızca konular değişiktir. İstanbul döneminde Haliç, mezarlıklar, cami avluları, Ayasofya, Boğaz görüntüleri, Eyüp, Erenköy, yeni harfleri öğrenen kadınlar, nüler, peyzajlar ve portreler vardır. Fransa döneminde ise, Paris görüntüleri, Notre Dame Kilisesi, lokantalar, cafeler, barlar, müzisyenler, berberler, sokaklar, çarşı-Pazar, sirk görüntüleri, güney kıyıları, gemiler, natürmortlar, kuşlar, balıklar, burjuvalar, hastalar, melankolikler ve deliler vardır. Ayrıca Mualla, hastanelerde bunalımlara düştüğü zaman karabasanlı birtakım hayvan resimleri ve görüntüler de çizmiştir. Mualla, figüratif bir ressam olmakla birlikte, zaman zaman soyut resimler de yapmıştır. Fakat bunlar sayıca çok azdır. Çok az yağlıboya resim yapabilmiş, genellikle guaş- suluboya çalışmış ve bir yığın desen çizmiştir. Renklerinde hiçbir bayağılık ve aşırılık yoktur. Renkleri birbirine hiç karıştırmadan uzlaştırmayı başarmıştır. Hiçbir şeyi silip, bozup yeniden başlamamıştır. Yirminci yüzyılı neredeyse ikiye bölen soyut-somut resim kavgasında, Fikret Mualla somut anlatımlı, okunaklı bir resim türünü seçmiştir. Almanya’da ve Fransa’da soyut akımın denemelerini daha başlangıç yıllarında izlemiş, kendi de zaman zaman soyut denemeler yapmıştır. Sayıca az olan bu denemeler gösteriyor ki, soyut dilin yabancısı değil, ustasıydı Mualla. Sanatçı resimlerinde, sıkıntılarını anlatmaktan kaçmıyordu genellikle. Hiç değilse görünüşte, mutlu resimlerdi Mualla’nın yaptıkları. Konu bakımından ya da resmi yaparken duyulmuş, resme yansımış bir mutluluktu.İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı atmosferinde bar ve cafelerin bohem ortamlarını soluyan Fikret Mualla, figür geleneği içinde ifade düzeyi, kompozisyon ve renk duyarlığı ile öne çıkan bir tavırdadır. Hızlı bir üretim için uygun zeminler sunan kağıt üzerine guaş boya tekniğiyle gerçekleştirdiği diziler, post-empresyonist mirasa ve kısmen de Matisse’e dayanan renkçi duyarlıkla bütünleşen, fovizm ile dışavurumculuğun sentezinde karşılığını bulan bir çözümü üretmekte gecikmemiştir. Fikret Mualla’nın resimlerini 1954 ve 1967 yıllarını kapsayan dönemde belirginleşen anlatım özellikleri itibariyle nitelemek doğru olur. Çünkü esas bu evrede, dışavurumcu ve lirik tatların iyiden iyiye öne çıktığı, konturların belirleyici gücünü yitirdiği, soyut lekelerle donatılan daha karışım renklere ve sıcak armonilere dayanan piktural niteliklerin dorukta olduğu kompozisyonlarla karşılaşırız. Fikret Mualla, ağırlıklı olarak cadde ve sokak gezintilerini konu edinirken, figürleri minyatürlerde gördüğümüz şematik düzen anlayışına benzer şekilde bir araya getirir.
Gayrı resmi bir geçit hali yaratan figüratif yapılanış, hareket izleniminin sunduğu potansiyel nitelikli dinamizmi zaafa uğratır.Ayrıca yüzeysel renk kullanımının istifleme ve yan yana dizilme anlayışının ya da sergilenen dramatizasyonun düzeyi gibi konularda, Osmanlı minyatürlerinde gördüğümüz ifade özellikleriyle benzeştiği söylenebilir. Bu tespitler bir rastlantıdan çok, Mualla’nın Türk ve Doğulu kimliğinin resmine olan katkısı, bu bağlantının bilinçdışı süreçte yüzeye çıkan belirtileri olarak görmek doğru olacaktır. Sanatçının gerek psikolojik yapısı, gerekse sanatsal donanımı açısından genelde sakin ve titiz bir süsleme eğilimiyle ilgilenmesi kadar yapay bir durum olamaz. Tersine Mualla’nın resmini karakterize eden unsurlardan biri ve en önemlisi hıza bağımlı bir oluşma dinamiğine dayalı durmasıdır. 1956 tarihli ‘’Bekleme’’ adlı kompozisyonda, Mualla’nın resmindeki düzlemselliğin kırılmaya başladığını, birbirinden bağımsız birçok figürün, her biri kendi içinde tümlenen bir kuruluşa göre resmedildiğini görürüz. Büyük alanlara yayılan düz ve saf etkili renklerin organizasyonu yoluyla bir karışıma zorlandığı açıktır. Gerçekten de burada üst üste yığılan görüntülerin yol açtığı katlı anlam oluşturma yöneliminin de iyice belirginleştiği görülür. Mualla’nın deformasyon eğilimi, sevimli ve sempatik bir figür yorumuna engel olmaz, Genelde Mualla’nın Paris resimlerinde bu mizahi yorumun, insancıl ilgi ve bakışın ayrıcalığını her zaman duyumsamak olasıdır. ‘’Bekleme’’ tüm bu zenginliği sunarken aynı zamanda da, Mualla’da gördüğümüz hıza bağımlı oluşumun giderek etkisini yitirmeye başladığının ve piktural bir kalitenin peşinde yeni arayışların gündeme geldiğinin kanıtı gibi durur. Fikret Mualla, çağdaş resim akımlarını bilinçli biçimde izlemek yerine, duygu ve coşkularının peşinde kendine özgü bir lirizm ve çocuksu ifade anlayışını yakalamıştır. Neredeyse her resme yön veren, dışarıya dönük bakış, aslında bir iç gözlem sürecinin yansımaları olarak da yorumlanabilir. Böylece fovist ve dışavurumcu duyarlık ve ifade olanaklarının sentezini yaratan Mualla, yakaladığı lirizm boyutuyla başkalaşan, dünya acısı ile melankolinin sınırlarında gezinen bir ressamdır.Çoğu yazar, Fikret Mualla’nın yaşamı ile resimleri arasındaki bir çelişkiden söz etmektedir. Bu çelişki,onu huysuz, saldırgan, uzlaşmaz, söz dinlemez, küfürbaz kişiliğine karşın, resimlerindeki renkçi, uysal, saldırgan olmayan görüntülerle ilgilidir. Bir başka deyişle bu çelişki, onun karmaşık ruhsal yapısının resimlerine yansımadığı yargısına varmakla ilgilidir. Mualla’nın çizimlerinde ekspresyonizmden kübizme, konstrüktivizmden fovizme, Alman baskı sanatından Japon baskılarına değin çeşitlenen bir çizgi kalitesi görülür. Karikatürlerinde, yalnızca akımlar bazında bir bilgilenme ve etkilenmesinin ötesine geçtiğini, kültürel çeşitliliği özümseyerek dilediğince kullandığını görürüz. Mualla, Derain’den, Leger’ye değin bir çok çağdaş sanatçının biçimini kavrayıp karikatürleştirerek, tek bir çizimde toplayabilme yetisini gösterebilecek birikimde bir sanatçıdır. Fikret Mualla’nın 1930-1940’larda üzerinde yoğunlaştığı konu, tarihi, coğrafyası, iklimi ve insanı ile İstanbul kentidir. Bu sanatçı- kent birlikteliğinde özellikle de Ayasofya önemli bir yer tutmaktadır. Mualla ve arkadaşları, Ayasofya’yı karşıtlıkların kesişme noktası ve, tarihsel ve kültürel bireşimi olarak değerlendirmekte, bu anlamda Ayasofya, kültürel katmanlığın buluşma yeri olarak simgesel bir anlam yüklemektedir. Fikret Mualla’nın resmi, tarihsel ve kültürel anlamda gerçekten de yoğun bir birikime sahiptir. Boya, çizgi, konu, ifade ediş bağlamında süreçsel göndermelerde bulunur. Onun resmi coğrafyalarla, iklimlerle sınırlı değildir. Mualla’nın resimleri, varoluş- yokoluş ikilemine karşılık gelir. Bu anlamda da kendini tüketişin öyküleridir onlar.Fikret Mualla’nın resimlerinin ilk karşılaşma anında, kolay ve basit sanısı uyandıran yalın, yapmacıksız ve zorlamasız üslubu, toplumun her kesiminin bu resimleri ilgi ve beğeniyle izlemesine neden olmuştur. Mualla, yaşamak için resim yapmak zorundadır. Çünkü benliğini yok eden korkularından ancak böyle kurtulmaktadır. Yaşamındaki dengesizlikler, ruhsal yapısındaki sarsıntılar, sanatçının yaratıcılığını beslemiştir. Türk resminin batı yakasını temsil eden sanatçılar arasında olan Fikret Mualla, adını o yakanın bir yığın sanat spekülasyonuna, değerler karmaşasına ve güncel gelişmeler hızına karşın kabul ettirilmişse, bunun başlıca nedeni hep kendi kalabilmiş olmasındadır. Mualla, verilemeyecek hiçbir hesabı olmadığı gibi, yarıştığı bir başka ressam da yoktur. Resim yaparken hiçbir maske takmamış ve yaşadığı dönemin üslup problemleri ile uğraşmamıştır. Gözlemlediklerinden arta kalanı ve içinde birikeni dışarıya taşımıştır.

Fikret Mualla’nın sanatını yıllarca Paris’te yaşamış herhangi bir ressamın sanatından ayıran temel özellik, belirli bir akıma, kişiye, ekole bağlanmamak, doğal olandan hareket etmek, yaşamın gerektirdiği atmosferi renge ve biçime aktarırken içten davranmaktadır. 1957, 1964 ve 1969 Paris sergileri üzerine Fikret Mualla’yı tanıtıcı yazılar yazan koleksiyoncu ve ressamlar, onda genellikle bazı etkilerin sözünü etmekle beraber, bu etkileri abartmaktan, belirli eğilimleri öne çıkartmaktan kaçınmışlardır. Etkilerin başında Lautrec’in adı geçmektedir. Lautrec’le Mualla’yı bir tutan görüşlerin dayandığı ilke, bu iki sanatçının da yaşam öyküleri açısından lanetlenmiş kişiler olmalarıdır. Resimlere yansıyan kon benzerlikleri gibi, yaşam çizgilerindeki paralellikler, yapıttan çok yaşam öykülerinin trajik boyutlarını yüceltmeye ve efsane haline getirmeye alışmış yarı entelektüel çevre için birer hareket noktası olmuştur. Aynı açıdan Modigliani ve Pascin’in adları da öne sürülmüştür. Resimsel benzerlikler açısından ise Bonnard ya da Vuillard, Munch ya da Nolde’nin adlarını ananlar olmuştur. Bu tür kataloglarda, Fikret Mualla’nın anlatımcı üslupla fovizmi birleştiren bir sanatçı niteliğinde göründüğüne de değinilmiştir. Resim, onun için bir yaşama biçimi, yaşamın çirkinliklerini unutma yoludur. Çizgi ve rengin onun resimlerinde hiçbir zaman akademik vizyonlara bürünmemiş olmasının asıl nedeni de budur. Bir yaşam adamıdır Fikret Mualla, Yaşamın kendisine öğrettiği gerçeklerden hareket eder. Batının sanat merkezi olan Paris’te biçimlenen bir yaşamı vardır sanatçının. Hep çevresindeki insanlara bakar, onların davranışları ve hareketleri karşısında yeterince duyarlıdır. Bu duyarlık onda bohem çevre insanını, resmine temel figür yapma olanağını sağlamış ve Mualla bu olanağı sonuna kadar kullanmasını bilmiştir. Özellikle 1945-1950 dolaylarını kapsayan desenlerde, figür oluşumu Picasso’nun çizgi karakterini anımsatmaktadır. Aynı şey renkli resimlerinde, guaş, akravel ve suluboya resimlerinde de vardır. Çok dolaylı birtakım benzerlikler için, etki öğesini temel almamak gerekir. Bir etki adamı değildir Fikret Mualla, etkilenmeye ne zamanı ne de bohem yaşamı uygundur.[1]Fikret Mualla, diğer ressamlardan çok farklı boyutlara varan bir yorumun benzersiz örneğini oluşturmuştur. Türk resmi içinde avangard sayılan bir kanatta yer almıştır. 50’li yıllarda kompoze etmiş olduğu resimlere baktığımızda aynı yılların Türk resim sanatı ve estetiğinden çok ileri noktalarda bulunduğunu görürüz. Özellikle bu yıllarda Fikret Mualla’yı çağdaşlarından ayıran özelliğin rengi kullanma ve algılama biçimi olduğu görülür. Soyut sanatın dışında devinen figüratiflerde bu sıralarda renk kavramı gelişmemiştir.
Fikret Mualla’nın yapıtları ise olağanüstü renkler ve çevresinde gördüğü insanların ilginç deformasyonlarıyla doludur. Resimlerinde acemice yapılmış bir izlenim veren üslup, gerçekte Türk resim tarihinde benzeri olmayan farklı bir tarzı açığa çıkarmaktadır.Sanatçının ruhsal iniş ve çıkışları zaman zaman farklı ürünler vermesine neden olmuştur. Kendisini kötü hissettiği günlerde resimde siyah, beyaz ve gri renkler kullanmış, mutlu ve neşeli olduğu günlerde ise son derece renkli çalışmalar yapmıştır. Kısacası renk onun ruhsal dünyasının iniş ve çıkışlarının bir ifadesi ve taşıyıcısı olmuştur.[2]Türk sanatı içinde her şeyden önce bu bohem sanatçının hiçbir önyargıya, temel akıma, güncel eğilime dayanmayan bir anlatımının içtenliğini görürüz. İçtenlik, onun resimlerinde soyut ve içeriksiz bir kavram olmaktan çok, yaşamın değişken karakterinden, görüntüler dünyasının doğurgan genişliğinden kaynaklanan ve mutlaka yaşanmış olan bir olgudur. Türk resim sanatı geniş bir perspektifte incelendiğinde, Fikret Mualla’nın değişik janrda kendine özgü çarpıcı bir üslubu olduğu görülür. Mualla, çarpıcı özgün üslubu ile çağdaşlarıyla sadece insani ilişkilerin haricinde sanat anlayışı bütünü ile ayrılır. Özetle hiçbir yerli ve yabancı sanatçının benzerliği söz konusu değildir. Sanatçının genellik unsuruna baktığımızda ise, Mualla’nın evrensel nitelikte bir sanat anlayışına sahip olduğu görülür. Fikret Mualla, Avrupalı bir ressam olarak kalmıştır. İster istemez Paris dekoruna bağlanmak zorunda kalmıştır. Fakat uzun yıllardır Paris’te ve Avrupa’nın başka şehirlerinde yaşayan kimi ressamlarımızda da aynı bölgesel karakter sezilmektedir. Fikret Mualla’nın hemen hemen bir ömür boyu Türkiye’den ayrı kalmış olması, üstelik Türkiye’yi hatırlatacak bir temel eğitimden yoksun oluşu, onu bu evrenselliğe doğru götürmüştür

1] K. Özsezgin,  ‘’Hiçbir Katı Kurala Dayanmayan Fikret Mualla İçin Resim, Yaşamın Olağan Bir Uzantısıdır’’ Milliyet Sanat Dergisi, 4 Haziran 1976, sayı 187, s. 18-19
[2] Y. Baraz,  ‘’Güçlü Sanatıyla Yaşama Meydan Okumuş Bir Sanatçı; Fikret Mualla’’, Antik Dekor Dergisi, sayı 44.


-1940 SONRASI DÖNEMDE FRANSA’DA SANAT ORTAMI VE FİKRET MUALLA - 20060114034 Seda Kirişçioğlu

No comments:

Post a Comment