Sunday, February 13, 2011

RÖNESANS DÖNEMİ’NDE DÜŞÜNCE VE SANAT ORTAMI

Rönesans yeniden doğuş anlamına gelir ve bu terim 19.yy. da kullanılmıştır[1]. Antik Çağ’ ın hümanist düşüncesi ve formları bağlamında bir yeniden doğuştu bu. Aklın kullanılması, bu yolla Tanrı, hayat ve her şey hakkında yorum yapmak önemli olmaya başladı. Rönesans’ın ortaya çıkmasında, Avrupa’da meydana gelen temel sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmeler rol oynamıştır. Daha XII. yy. başlarından itibaren, bazı düşünür ve edebiyatçılar, Ortaçağ zihniyetine karşı fikirleri savunmuşlardır. Bunların önemli bir kısmı Antik Yunan ve Latin kültürünü esas alıp, Ortaçağ’ın katı kurallara sahip ve baskıcı anlayışına karşı olmuşlardır. İşte, bu zihniyet değişiminin bir sonucu olarak, Rönesans sanatına Ortaçağ’a özgü mistisizm ve sembolizm çabaları sona ermiş, yerine insan ve eşyayı mekan içinde değerlendiren natüralist bir anlayış hakim olmuştur. Özellikle resim sanatında hacim, gölge-ışık ve perspektif uygulamaları, öncelikle Ortaçağ zihniyetinden ve onun sanat anlayışından kopuşun bir sonucudur. Başta güney İtalya ve İspanya’da Doğu-İslam dünyasının bilimler sahasında ortaya koydukları eserler sistematik bir biçimde Latince’ ye çevrildi. Skolastik düşüncenin yerini akla ve eleştiriye önem veren düşünceler aldı ve toplumda bireyselleşme önem kazandı. Floransa gibi önemli bir kent merkezinin Rönesans’ın beşiği olması hiç şaşırtıcı gelmemelidir. Bu şehir, ekonomik ve mali gücün, sanat koruyuculuğu geleneğini sürdüren güçlü bir siyasal erkin, entelektüel seçkin bir sınıfın, özellikle de, sanat alanında eşsiz birkaç yaratıcının buluşup bir araya geldiği bir yerdir. Rönesans öncesi İtalyan resminde Bizans mozaik ve freskleri geçerli olmuştur. Avrupalı sanatçıların Ortaçağ sanatlarından yavaş yavaş uzaklaşmasına başlangıç teşkil etmiştir. Antik Çağ’ ın sanat eserlerinde bu düşüncenin izi sürüldü. Sanatçılar için Roma adeta bir düşünce hazinesi idi. Burada antik mimari eserleri inceleyip, ortaçağ sanatına oranla daha estetik ve canlı buldukları antik heykelleri inceliyorlardı. Antik Çağ’ı örnek almak, deyim yerindeyse taklit etmek yeterli olacaktı Ortaçağ’ı geride bırakmak için. Rönesans’ ın dünya görüşünün ilk dışavurumu Hümanizm olarak bilinen düşünce akımıydı. Hümanizm, Ortaçağ’ın düşünce yaşamına egemen olan ve Skolastik felsefeyi yaratan bilgin din adamlarınca değil, kilise dışındaki kültür adamlarınca başlatıldı. 1453te İstanbulun Osmanlılar tarafından fethedilmesi pek çok Doğulu araştırmacının Batıya kaçarak önemli kitaplar ve el yazmaları ile Yunan araştırmacılık geleneğini Rönesans’ın ana yurduna taşımalarını sağladı.

   Hümanizm’ in en belirgin özelliği, bütün dışavurumlarıyla ve kazanımlarıyla insanı kendine konu edinmesiydi. İkinci olarak Hümanizm, bütün felsefe ve ilahiyat okullarının taşıdığı doğruluk öğesini birbiriyle bağdaştırmayı amaçlıyordu. İnsanın, ilk günahının kefaretini ödeyecek biçimde yaşamasını en soylu eylem olarak gören ortaçağ anlayışının tersine Hümanistler yaratıcılık ve doğaya üstün gelme mücadelesine ağırlık veriyorlardı. Son olarak Hümanizm yitik insan tininin ve bilgeliğinin yeniden doğmasına umut bağlamıştı; bunun yolu da ilkçağın Yunan ve Roma uygarlıkları ile onların değerlerini yeniden keşfedip benimsemekten geçiyordu. Ama bunu gerçekleştirmeye çalışırken Hümanistler yeni bir düşünsel bakışın doğmasına ve yepyeni bilgi dallarının gelişmesine katkıda bulundular. Özellikle İtalya’da büyük kültürel atılımlar gerçekleşti. Kütüphaneler oluşturuldu, sanat üzerine yayınlar yazıldı. İtalya’da Floransa’daki Platon Akademisi (1439) olmak üzere sayısız hümanist topluluk kuruldu. Bu toplulukların üyeleri detaylarla aşırı bir şekilde ilgileniyorlar ve orjinal yapıtlar yaratmak yerine klasikler üzerine yorum getiren kitaplar yazıyorlardı.

   Hümanist düşüncede önemli olan insanlığın kendini yeniden buluşu özünü keşfedişidir. Hümanizme göre doğruyu bulmak insanın bir yetisidir. Fakat doğruyu bulma yönteminde gizemcilik, mistisizm, gelenek ve bunlar gibi genel geçer kanıtlarla ve mantıkla bütünleşmeyen yöntemler izlenemez. Gerçeğe duyulan bu arzu, gözü kapalı kabullenimlerle değil, bilimsel şüphecilik ve bilimsel yöntemle doyurulmalıdır. Otoriteyi ve aşırı şüpheciliği de reddederken, kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez. Doğrunun ve yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur.

   14. ve 15. yy.larda ticaretin ve kentlerin gelişmesiyle zenginleşen kent-soylu da günlük yaşamı ve dini konu olarak ele alan küçük yapıtları toplamaya başlamıştı. İtalya' da Rönesans döneminde din adamları, kent yöneticileri, soylu aileler sanatçıları korumuş, onların yapıtlarını paylaşamamışlardır. Sanat yapıtı toplayıcılığı, Floransalı Medici ailesinin, koleksiyonunda görüldüğü gibi bilinçli olarak, sonralarıysa öykünülerek amaçsızca gelişmiş, sarayı taklit eden birçok zengin Studiolo ve Galeria' yı villalarının bir bölümü olarak kurmuştur. Ancak 1581' de Vasari' nin, Medici ailesi için Uffizi Sarayı' nın ikinci katında, ilk sanat yapıtlarının sergilendiği yer olarak Galeria' yı düzenlediği bilinmektedir. Bu yıllarda Padova ve Venedik iki farklı koleksiyonculuk felsefesine dayanan merkezler olarak gelişmişti. Venedik' te Doğu’ dan ticaret yoluyla gelen değerli taşlar, takılar, halılar, silahlar ve küçük boy yağlıboya ve minyatürlerden oluşan koleksiyonlar gelişirken, Padova' da doğa bilimlerini ve eski sanatı bünyesinde toplayan koleksiyonlar önemsenmişti. Venedik' teki San Marco Kilisesi' nin hazinesi, değerli nesneler ve kutsal emanetlerle beslenirken, Padova' nın bilimsel koleksiyonları ender rastlanır bir düzeye erişmişti.

  Sanat ve düşünce alanında 14.yy.dan itibaren bu gelişmeler yaşanırken toplumsal anlamda, bilimsel ve ekonomik alanlarda da yeni gelişmeler gerçekleşmekteydi. Feodalite yavaş yavaş yerini krallıklara bırakmaktaydı. Ticaret faaliyetleri bölgesel olmaktan çıkarak önce ülke sınırlarına, sonra bütün Avrupa’ ya, ardından farklı kıtalara yayılmıştır. Bu durum Avrupalı devletlerin ekonomik yönden güçlenmelerini sağlamıştır. Coğrafi keşifler sonucunda Avrupalılar çeşitli kıtalarda sömürge imparatorlukları kurmuşlardır. Avrupalılar kağıt ve matbaayı Haçlı seferleri sırasında öğrenmişlerdi. Öğrendikleri bu buluşları geliştirerek daha ucuza ve seri halde kullanmayı başardılar. Avrupa’ da kağıt ve matbaanın yaygınlaşmasıyla  çok sayıda kitap basılmış ve ucuz satılmıştır, okur yazar sayısı artmıştır, değişik bilgi ve düşünceler geniş alanlarda yayılmıştır, bilim-kültür ve düşünce hayatı gelişmiştir, skolastik düşünce yıkılmış, pozitif düşünce ortaya çıkmıştır.
  
   15.yy.ın kültürel anlamdaki en önemli kenti Floransa idi. Birçok önemli sanatçı burada yaşamaktaydı. Resim sanatının sırları artık Giotto Dönemi’ ndeki gibi ustadan çırağa aktarılmıyor, tartışılıyordu. Leon Battista Alberti (1404-1472) Giotto’ nun, resimlerinde özünü geliştirdiği perspektifin ilkelerini matematiksel olarak formüllere dönüştürdü. Mimar ve heykeltraş Brunelleschi (1377-1446), Alberti’ den birkaç yıl önce perspektifle ilgili çalışmalarda bulunmuş, Alberti onun keşfi ışığında üç boyutlu nesnelerin, iki boyutlu resim yüzeyine yansıtılmasını sağlayan bir konsept geliştirdi. Rönesans’ın dünyayı düşünsel çaba ile kavrama ideali, perspektif ile estetik platformda yerini buluyordu.
   Tüm sanatlar gibi resim sanatı da Antikçağ’ dan itibaren Rönesans dönemi’ ne kadar uzun bir zaman zanaat olarak algılandı. Ressamlar bu süreçte verilen siparişleri mesenin arzuladığı ölçüde, istenilen zamanda bitirmek zorundaydı. Yaptıkları resimlerde, bir motifi betimlemenin ötesinde anlamlandırma çabaları ve kendi istediklerini yapmaları, 14.yy.da büyük mücadeleler sonucunda gerçekleşti. Ressamlar bu dönemde Ortaçağ’ ın klasik formlarını terk ederek, günümüze kadar görme alışkanlıklarını belirleyecek perspektif kurallarını geliştirdiler. Sanat o zamana kadar ağırlıklı olarak dinsel konuları ele alırdı. İnsanların öteki dünyadan çok bu dünyayla ilgilenmeye başlamasıyla sanatçıların kullandıkları konularda zamanla değişim gösterdi. Ressamlar sabırla uzun bir süreç içinde zanaatkar statüsünden kurtulmaya, fikirlerini açıklıkla beyan edebilen özgür sanatçılar olmaya başladılar.

   Sanat’taki bu gelişmelerin özünde, Ortaçağ’ın bitimiyle beraber gerçekleşmeye başlayan ve hayatın tüm alanında kendini gösteren düşünsel anlamda yeni dünyalar yaratan dönüşümler yatar. Özellikle İtalya’nın kuzeyindeki kentler ticaret alanında kendilerini geliştirmişler, bu da kentlerin refah seviyesini arttırmış ve kendine son derece güvenen, kent soylu bir sınıfın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zanaatkarlar, tüccarlar emeklerinin karşılığını alıyor başarılarını kitlelere duyurmayı istiyorlardı. “Birey” ön plana çıkmaya başladı. Uzak kentlerle yapılan alışverişler sayesinde tanınmamış, bilinmemiş malların ve haberlerin yayılması, insanların ufkunu genişletti. O zaman kabul edilen yaygın görüşe göre dünyanın tepesinin düz olduğu bir muammaya dönüştü, yeni sorular ve yeni cevaplar oluştu. İnsanlar artık kilise ve dayattıkları gerçeklere körü körüne inanmıyordu. Sorular soruyor ve her şeyi baştan incelemek istiyordu. Denizciler yeni keşiflerde bulunmak adına okyanuslara açılıyordu. Bu seyahatler için yeni bilimsel gereçlere ihtiyaç doğuyordu ki; saatler,  haritalar, ve bir çok mekanik alet bu ihtiyaca karşılık vermek için tasarlanmıştır.

     İnsanların bu dünyaya ilgilerinin artması ile beraber resim sanatında da o güne kadar görülmeyen bir gerçeklik algısı doğmuş oldu. Bu yeni anlayış ilk olarak Giotto di Bondone’nin (1267-1337) resimlerinde kendini gösterir. Giotto, 1304’ te İsa Mesih İçin Ağlayanlar (1304-06,  Arena Şapeli) adlı freski yaptı. Tam da bu zamanlarda ressamlar basit zanaatkarlar olarak görülmekteydi. Ressamların en büyük görevlerinden biri, kiliseleri İncil’den öykülerle bezemekti. 14.yy. başlarında, ressamların resmedecekleri kutsal kişilerin nasıl gösterileceğini belirleyen kurallar bulunuyordu. Resim önem perspektifi denilen bir düzende yapılmak zorundaydı. Bu düzene göre, kişiler ve olaylar önem sırasına göre daha büyük yada küçük olarak betimlenmekteydi. Bu düzende perspektif kuralları ve doğal bir anlatım tarzı yoktu. Tanrısal alem önemliydi ve bu alemi yansıtan altın fon kullanılırdı, Cimabue’ nin (1240-1302) resimlerinde bunu görmek mümkündür. Cimabue gotik resim geleneğinde altın yaldızlı rengin hakim olduğu, figürlerin kutsal bir hiyerarşi ile dizildiği resimler yapan bir ressamdı. Tahtta Oturan Meryem ve Çocuk İsa (Louvre Müzesi, Paris) isimli resminde gerek figürlerin bir önem sırasına göre dizilişi, gerekse resme hakim altın yaldızlı fonda bunu açıkça görmekteyiz  
   Giotto resimlerinde geleneksel tarzı yıkmıştır. Resimlerindeki gerçekçi üslubu altın fon yerine mavi kullanarak sağlamıştır. “İsa Mesih İçin Ağlayanlar” (1304-06, Arena Şapeli, Padua)  resmindeki insanların sıralanışı geleneksel düzenden uzaktır ve buradaki insanların çektikleri acı yüzlerinden okunur. Hepsinin kendine has bir ifadesi vardır. Resime getirdiği yeniliklerle Giotto, dönemi içinde bir efsane haline geldi. Öyle ki Dante Alighieri İlahi Komedya’sında ressama bir methiye yazmıştır: “Bugün Giotto’nun adı herkesin ağzında, öyle ki artık ötekinin (ustası Cimabue) esamesi bile okunmuyor.”[2]

  
   Giorgio Vasari Giotto’ yu, gerçekçiliği ile sonraki ressamlerı etkileyen, “Resim sanatının atası” olarak kabul eder. Vasari bu dönemde, İtalyan sanatçılarının biyografilerini kaleme aldı ve neredeyse ilk denebilecek sanat tarihi kitabını yazmış oldu. “En Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykeltıraşların Yaşam Öyküleri” adlı kitabında Yeniçağ’ı Giotto ile açar. Giotto  resme yalnızca üç boyutluluğu getirmemiş, resimlerinin altına imza atan ilk sanatçı olarak da resim tarihine geçmiştir. Giotto’[3] nun, bireysel yaratıcılığa yaptığı vurgu ile başlattığı gelişme sürecinde ressamlar, zanaatkar statüsünden kurtulup ve kendi özelliklerinin farkına varmaya başladılar.
         
  
  
   Perspektifin resim için taşıdığı büyük anlamı ilk kavrayan ressam Masaccio oldu. 1427 yılında Floransa’ da Santa Maria Novella Kilisesi’nde yaptığı Kutsal Teslis (1427,Santa Maria Novella Kilisesi, Floransa) freskinde perspektifi ne denli ustaca kullandığını gözler önüne serdi. Kilise ziyaretçileri ilk başta yan taraftaki bir şapelin içine baktıklarını zannettiler. Resimdeki mekanın perspektifine aşırı vurgu yapılmış, figürlerin bedenleri adeta birer heykel gibi üç boyutlu işlenmiştir. Bütün bu unsurlarla resimde organik bir bütünlük sağlanmıştır. Bu resim kaçış çizgileri yoluyla üç boyutluluğun sağlandığı ve bütünsel bir gölge-ışık oyunuyla sistemli bir mekanın yaratıldığı ilk perspektif resimdir. Bu nedenle Masaccio Rönesans resminin öncüsü ve kurucusu sayılır.

  
   Bu dönemde kuzeye bakacak olursak özellikle Flaman ve Alman sanatında da bir takım yeniliklerin göze çarptığı görülür. Flaman sanatında 15.yüzyıldan itibaren yağlı boyanın kullanılması büyük bir yenilik olarak kabul edilmiştir. Önceleri pano resimleri yaparken, daha sonraları yağlıboyaya yöneldiler. Çünkü yağlıboya, tasvirlerde detaya inme ve incelikleri işleme olanağı veriyordu. Bu yolla tablolarda parlak yüzeyler sağlanabiliyordu. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu dönemde Gotik mimari geçerliliğini korumaktaydı, bu nedenle resim sanatındaki ilk örnekleri dua kitaplarında görmekteyiz. Flaman insanı realist bir tavıra sahiptir, bu nedenle sanatçılar resimlerinde kişilerin vücutlarını çok da idealize etme kaygısı duymamışlardır. Tüm kişiler, nesneler ve mekanlar en ince ayrıntısına kadar betimlenmiştir. Flaman sanatı için Jan ve Hubert Eyck kardeşler önemli sanatçılardır. Jan van Eyck’ in günümüze ulaşan önemli yapıtlarından çoğu Meryem tasvirleridir. Jan van Eyck’ in Rolin’li Meryem (1435, Louvre Müzesi) adlı resminde ayrıntıların ne denli ustaca verildiği görülmektedir. Eyck kardeşler ilk kez vernikli boyayı kullanmışlar, Flaman sanatı ve dünyada yağlı boya tekniğine geniş olanaklar sağlamışlardır. Jan van Eyck’ ın bir diğer önemli resmi “Arnolfini Ailesi” (1434, Londra National) adlı resmidir. Detayların ustaca işlenişi yine burada dikkat çeker. Yüzler, giysiler ve evin dekorasyonundaki detaylar son derece gerçekçidir. Arkadaki aynadan görüntü yansır ve altında Van Eyck’ in imzası bulunur. Flaman sanatı için önemli diğer ressamlar: Roger van der Weyden (1399-1464), Hugo van der Goes (1404-1482), Hieronymus Bosh (1450-1516), Pieter Bruegel (1525-1569), Hans Memling (1433-1499)’ dir. Flaman sanatı’ nda dini konulu olmayan resimler dışında sıradan insanları ve köylüleri resimlerinde kullanan sanatçılar da vardır. Pieter Bruegel (1525-1569)’ in resimlerini bu tarza örnek verebiliriz. Karda Avcılar (1565, Viyana Sanat Tarihi Müzesi).

   Almanya’ da Rönesans resmi, Flaman ve Floransa resminin başarılı bir birleşimidir. Bu dönemde Almanya’ da dini konulu resimler ön plandadır. Konrad Witz, Alman resmine ilk defa üçüncü boyutu ve sadeliği getiren sanatçıdır ve bu bağlamda Masaccio ile kıyaslanmıştır.
Mucizevi Balık Avı (Geneva Musee d’Art et d’Histoire) önemli resimlerindendir. Alman Rönesans’ ında belki de en önemli sanatçı Albrecht Dürer’dir. Kendisinden sonra gelen tüm Alman sanatçılara yol gösterici olmuştur.Kuzeydeki sanatçılar İtalya’ dan farklı olarak detaycı bir üslup kullanmışlardır. Kuzeyde ifade özellikle portre sanatında oldukça ön plandadır. Kuzeyde İtalya’ ya göre çizgisel bir tavır vardır. İtalya’ da resimlerde mekanla ilgili detaya değinme söz konusu değilken; Kuzey Sanatı’ nda belgeleme önemlidir. (mekan, ressamın orada bulunduğunu belli eden ibareler vs.) İtalya’ da katı olmayan kendini hafiften belli eden çizgi kullanımı varken; Kuzey’de katı bir desen gücü ve çizgisel bir anlatım vardır. İtalya’da duvar resmi yaygınken; Kuzey’de pano resmi yaygındır. Duvar resimleri mekana üç boyutlu bir etki verir. Mimariye bağlı bir süsleme türüdür. Var olan mekanı değiştirirken, aynı zamanda mekanın da değişmez bir parçası haline gelir. Pano resimleri taşınabilir ve bir çok parçadan oluşan genelde ahşap panolar üzerine yapılan resimlerdir. Kanatların iki tarafına da resimler yapılır genelde ve çift taraflı olarak kullanılabiliyordu. Bu Dönemde  Kuzey Avrupa resim sanatı ve İtalya resim sanatı arasında, çok belirgin olmasa da bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim tüccarlar, gravürler ve gezgin sanatçılar yoluyla ülkeler arasında sağlanmaktaydı.


[1] Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda).
[2] Dante Allighieri En bilinen eseri,14.yy.da yazdığı Ahirete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya`dır (La Divina Commedia). Bu eser Cehennem, Araf ve Cennet isimlerinde üç ciltten oluşmuştur. Dünya edebiyat tarihinin en büyük eserlerinden biri kabul edildiği gibi, modern İtalyancanın da temelini oluşturur. Bu eserde Giotto için bir methiye yazmıştır.
[3] Vasari 16. yy.da yaşamış mimar, ressam olmakla beraber ilk sanat tarihçisi olarak da kabul edilir. Dönemin önemli sanatçılarının eserleri ve hayatlarını anlatan  . En Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykeltıraşların Yaşam Öyküleri adlı kitabı yazmıştır.

No comments:

Post a Comment