Sunday, February 13, 2011

ino

Almanya’ da Ortaçağ’ dan Yeniçağ’ a geçiş neredeyse 100 yıllık bir gecikme ile gerçekleşmiştir. İtalya’ da Erken ve Yüksek Rönesans devirleri yaşanırken Alman sanatı hala Gotik kalıplar içinde ilerliyordu.  Avrupa’ nın diğer ülkelerinde çoktan unutulmuş bir yöntem olan altın yaldızla dini kompozisyonların arkasını bezemek Almanya’ da kullanılmaktaydı. Alman sanatı ancak 16. yy.ın başlarında Ortaçağ zihniyetine veda edebildi. Güney Avrupa’ nın hümanist dünya görüşü ve sanat anlayışı Almanya’ ya hem göçebe İtalyan sanatçılar tarafından, hem de 15. yy. ortalarında icat edilen bakır gravürler yoluyla ulaşmıştır. Gravür sayesinde İtalyan ustaların elinden çıkan önemli Rönesans yapıtları ucuz ve yüksek sayılarda çoğaltılabiliyordu. Alman sanatçılar da bu yöntemle “yeni” sanat akımıyla temasa geçebildiler. Sanatın beşiğine eğitim seyahatlerine çıkarak İtalyan ustaların eserlerini yerinde ve orijinalden inceleme fırsatını buldular. Almanya’ da 15.yy. dan 16. yy. a geçilirken sanat faaliyetlerinin hala Kilise etkisi altında ve onun “ikonografik” kategorileri içinde gerçekleştiği görülür.
  
   15. yüzyılın ikinci yarısında Alman resminin gelişiminde Nürnberg ve Franken temel bir rol oynar. Alman  sanatı hala Gotik tarzın etkisi altında olmasına rağmen, Kuzey İtalya ve Felemenk ile giderek artan kültürel ilişkiler ve manzara resmine duyarlılıklar sayesinde, daha kapsamlı bir sanatsal arayışı öne çıkarıyordu. 15. yüzyılın son çeyreği boyunca orta-güney Almanya’ da resim sanatında belli bir hareketlilik seziliyordu, ancak bu sürecin kırılma noktası Dürer’ in çalışmalarıyla belirlenmiştir. Bu dönemin en dikkat çekici eserleri, sıklıkla ağaçtan oyulan ve elde boyanmış bölümleri de olan parçalar bir araya getirilerek oluşturulan atlar panolarıydı. Aynı zamanda mükemmel bir heykeltıraş ve ressam olan, Michael Pacher bu tekniğin en büyük ustalarındandı. Franken’ de ağaç atlar panoları yapan en büyük sanatçılardan biri heykeltıraş Tilman Riemenshneider’ di. Alman sanatı 16. yüzyılda özellikle Franken, Rhine Bölgesi ve Kara Ormanlar çevresinde görkemli bir dönem yaşar. Bu dönemde Dürer, Altdorfer ve yaşlı Caranach gibi büyük ustalar etkinliklerinin zirvesine ulaşır. Genç Holbein gibi sanatçıların ortaya çıkması genel beğeni değişmeye başlar. Sanat hamileri ve halk artık geleneksel olarak ağaçtan oyulmuş atlarlar yerine, tamamen boyanmış, çok parçalı panolarla daha çok ilgilenmeye başlamıştı.

   Alman sanatçılar İtalyan Rönesans’ ından beslenmiş olsalar da, Alman sanatına elbette bu ülkenin kendi içinde yaşadığı gelişmeler, özellikle de ,reform hareketi damgasını vurdu. Resme düşmanlık besleyen Protestan Reformasyon’ unun etkin olduğu bölgelerde artık dinsel içerikli resmin modası geçmişti. 1530 yılından itibaren Almanya’da atlar panosu yada ağaç heykelcik üretilemez hale gelir. Bu sanatçılar açısından oldukça zor bir durumdu. En önemli siparişlerini ve geçim kaynaklarını  kaybediyorlardı. Bu durumda başka konulara yönelmeler başladı. Böylece portre ve manzara ressamlığı tercih edilen konular haline geldi. 16. yüzyılda kaldığı yerden devam edecek olan Alman Rönesans’ ı prenslerin koleksiyon yapma merakı sayesinde Aristokratik, değerli, zarif bir kılığa bürünür. Alman Rönesans’ ında resimde İtalya’daki gibi tam bir yenilenme söz konusu değildir. Ortaçağ etkileri resimlerin genelinde kendini belli eder. Almanya’ da Rönesans bu yüzden İtalya’ dan kuzeye doğru esen geçici bir rüzgar gibidir. 17. yy. başlarında patlak veren Otuz Yıl Savaşları’ da Rönesans’ ın Almanya’ da serpilmesinin önünü kesecekti. Alman Rönesans’ ını anlayabilmek için dönemin önemli sanatçılarına bakmak gerekir:

    Konrad Witz (1400/10-1444/46)

   Flaman sanatı ile Floransa okulunun özelliklerini başarılı bir şekilde birleştirmiştir. Ömrünün büyük bir kısmını İsviçre’ de geçiren Witz Alman resmine üçüncü boyut ve sadeliği getirdiği için önemlidir. Bu açıdan Masaccio ile kıyaslanır. Mucizevi Balık Avı (1444, ağaç üzerine tempera, Musée d’Art et d’Historie Genova) isimli resmi natüralist olması ve üç boyutluluğu yakalamış olması nedeniyle Alman resminde önemli bir yer tutar.

   Matthias Grünewald (1470-1528)

   Zamanında iyi bir şekilde değerlendirilememiş bir sanatçı olduğu bilinir. Sanatsal güç bakımından Dürer ile ölçüşebilecek nadir çağdaşlarından biridir. 16. yy. ın bir yazarı, çok da açık olmayan bir değinmesinde, Aschaffenburglu Matthias Grünewald adında birinden söz eder ve Almanya’ nın Correggio’ su (1489-1534,  İtalyan ressam) olarak tanımlar. Kayıtlarda Grünewald adında bir ressama rastlanmaz ancak bu yazarın bahsettiği kişinin gerçek adının Mathis Gothardt Nithardt olduğu düşünülür.
  
   Reform hareketi sonrasında yaygınlık kazanan gravür tekniği yerine yağlıboyayı tercih ediyordu Grünewald. Sanatçı Gotiğe bir dönüş yaparak Ortaçağ kuzey sanatına bağlanıyordu. Gotik sanatın hem şekil hem de ruh olarak Grünewald’ da devam ettiğini görmek mümkündür. Geç Gotik üslubun dinsel yönünü tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Rönesans’ ın yeniliklerinden haberdardır, perspektif, mekanın verilişi gibi yeni arayışlara açıktır. Ama bunları, vermek istediği duygusal etkiyi yoğunlaştırmak için kullanmıştır. Ayrıca, renk de anlatımcı bir amaca hizmet etmektedir. Bir saray ressamı olarak  da büyük ilgi gördüğü bilinir  sanatçının. Grünewald’ dan günümüze kalmış eserler, genelde kiliseler için yapmış olduğu geleneksel üsluptaki sunak panolarıdır. Grünewald resimlerini, kilisenin öğrettiği kutsal gerçekleri  dini öğütler şeklinde açıklamak maksadıyla yapıyordu. 1515’ te yapmış olduğu İshenaim  Sunağı’ nın orta bölümündeki Çarmıha Geriliş (1515, Musee d’Unterlinden, Colmar) adlı resimde sanatını bu öğütleri öğretmek için kullandığı açık bir şekilde görülür. Kurtarıcıyı gösteren bu katı ve zalim resimde, İtalyan sanatçılarda görülen estetik güzellikten ziyade İsa’ nın çektiği acılara ve fedakarlığına vurgu yapan gerçekçi bir anlatım söz konusudur. Çarmıhtaki işkence, İsa’ nın ölmekte olan vücudunu çarpıtmıştır. Kırbaçların dikenleri, işkence görmüş bedenindeki yaraların içinde kendini belli etmektedir. Gördüğü işkenceler karşısında vücudunun nasıl acılar içinde kıvrandığını gözler önüne serer. Ölümün getirmiş olduğu yeşilimsi ten rengi ve vücudun acıyla kaskatı kesilmiş görüntüsü güzellikten çok gerçekli duygusu verir. İsa’ nın bu acısı Meryem, Azize Magdelena, Vaftizci Yahya gibi kompozisyon içinde bulunan diğer figürlere de yansımaktadır. Figürler birbirine oranla çok farklı boyutlarda ele alınmıştır. Bu boyut farkını görebilmek için çarmıhın altındaki Azize Magdelena’ nın elleri ile İsa’ nın ellerini karşılaştırmak yeterli olacaktır. Buradan da belli olacağı gibi, Grünewald Rönesans’ tan beri geliştirilen yeni sanatın kurallarını pek dikkate almayıp, figürlerin boylarını resimdeki önem sırasına göre belirleyen ortaçağ ressamları, yada primitif ressamların ilkelerine bilerek dönmüştür. Yine İsenheim Sunağı’ ndaki bir bölüm olan Diriliş (1515, Musee d’Unterlinden, Colmar)  adlı resimde İsa’ nın yüceliğini vurgulamak için asker figürlerinin bir kısmını adeta kuklalar gibi resmettiğine rastlamak mümkündür. Bu resimde, İsa büyük bir ışık saçarak mezarından yeni çıkmış gibi görünmektedir. Dirilen ve sahnenin üzerine doğru yükselen İsa’ dan çıkan ışıklarla gözleri kamaşan askerler, etrafa savrulmaktadır. Alman resminde önemli bir yer tutan Grünewald için, resimde usta olmak adına, geliştirilmiş tekniklerin kullanılmasının gerekli olmadığını, estetik değerler uğruna gerçeklikten vazgeçmediğini, sanatını özellikle kutsal kitaptaki hikayeleri anlatmak için kullandığını çalışmalarından görmek mümkündür.

   Hans Holbein (1497/8-1543)

   Babasıyla aynı ismi taşıdığı için  Genç veya Küçük Holbein olarak da bilinir sanatçı. 1515-26 yılları arasında Basel kentinde çalıştığı bilinir. Eğitim ve kariyer bakımından kozmopolit bir kişilikli olması bakımından diğer çağdaşlarından biraz farklıdır. Babasından aldığı eğitimden sonra, 16 yaşındayken ağabeyi Ambrosius’ la  birlikte işçi olarak çalışmaya başladı. Adı ilk kez Basel’ de 1515’ te Hans Herbster’ in atölyesine girdiği zaman duyulmaya başladı. İlk resmi siparişini de1517’ de Lucerne’ de aldı. 1520’ lerin başında yaptığı eserlerde İtalya etkileri gözlenir. 1519’ da Basel’ de Ressamlar Loncasına üye oldu. Erasmus’ un[1]  insancıl figürlerinden yararlanmıştır. Onun Deliliğe Övgü [2] sü için yaptığı illüstrasyonlar, Holbein’ in yaratıcılığı ve teknik üstünlüğünün ilk örnekleri sayılmaktadır. Çeşitli geziler, özelliklede İtalya seyahatinden sonra sanatçının olgunluk dönemine girdiği görülür. Erasmus’ un  ısrarı üzerine İngiltere’ ye giden sanatçı, İsviçre’ de dini konulu resimler yaparken, İngiltere’ de portreler yapmaya başlamıştır. İngiltere’ de VII. Henry’ nin sarayında çalışmış, çoğu Londra’ ya yerleşmiş Almanlara ait olmak üzere bir çok portre yapmıştır. Gerek yağlıboya gerek karakalem eserlerle, o devir ünlülerinin yaşamları ve İngiliz saray hayatını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Portrelerin yanı sıra başka desenler ve gravürlerde yapmıştır. Holbein resimlerinde çağdaşları gibi düşündüğünü değil, gördüğünü canlandırmıştır. Detayları izlemesi, modellerinin psikolojik ruh halinin içine girebilmesi ve müthiş renk hakimiyeti onu Alman sanatının en büyük portre ressamlarından biri yaptı. “Erasmus’ un Portresi” (1523, National Gallery, Londra) ve Elçiler (1533, National Gallery, Londra) adlı portrelerinde kişilerin ifadelerini, kimliklerini ne denli başarılı yansıttığı görülmektedir.

   Albrecht Altdorfer (1486-1538)

   Sanatçının peyzajlarının egemen olduğu tablolarında dinsel öyküler, olaylar anlatılmıştır. Teknik ve gravürle ilgilenmesine rağmen, asıl önemli yönü renkli betimlemeleridir. Neredeyse çağdaşı tüm ressamlar kontur ve çizim niteliklerinde geleneğe bağlı kalmışlardır. Altdorfer ise renk modülasyonlarıyla duygulara yönelik yepyeni ifade biçimleri yarattı. Genellikle atmosfer soluk renklerle, gerçekdışı gizemli bir atmosfer olarak verilmiştir. Coşkun, zengin, mutluluk dolu bir üslup ortaya koymuştur. Avrupa sanatındaki gerçek anlamda ilk peyzaj resimlerindendir onun resimleri. Genelde resimlerinde figür ve peyzaj öyle iç içe geçmiştir ki, manzara adeta resimlerinde arka plan olmuştur. Alp Dağları bölgesindeki tüm ülkeleri gezen sanatçı ”Tuna Okulu” [3] diye bilinen sanat akımının öncüsü oldu. Daha sonra Altdorfer hareket eden elemanları karmaşık olarak betimlemesinde, derinlik konusundaki değişik yaklaşımı ve rengi yeni bir biçimde ele alması ile “Maniyerizme” [4] yönelmiştir. İskender’ in Zaferi (1529, Bayerische, Staatsgemaldesammlungen, Alte Pinakothek, Münih) adlı resminde tarihi bir öykü arkasına bir manzara görünümünü nasıl yerleştirdiğini görmek mümkündür. Sonsuza kadar sıralanmış gibi görünen çok sayıdaki askerlerle gerçeğe çok yakın bir savaş alanı ve sahnesini betimlemiştir Altdorfer.  Burada küresel bir peyzajda sonsuzluğu betimlemeye çalışmıştır. Çizgisindeki kesinlikle renk modülasyonundaki zenginliği bir araya getirmesi onu Alman resim tarihinin en büyük ustalarından biri yapmıştır.

   Lucas Cranach (1472-1553)

   Genelde Dürer ve Grünewald ile kartşılaştırılır. İlk eğitimini babasından aldığı düşünülür. Asıl adının Lucas Sunder yada Müler olduğu bilinmektedir. Kendine daha sonradan doğum yeri olan Yukarı Frankonya bölgesindeki Kronach kentinin adını vermiştir. Manzaraları, mitolojik ve dinsel konulu resimleri doğa gerçeği ile romantik duyarlılığı birleştirmiştir. Birçok Alman ressamı gibi o da önceleri tahta ve metal gravürler ile, kitap illüstrasyonları yapmıştır. Cranach devri diye bilinen dönemindeki eserlerinde peyzaj ve tema atmosferik bir birlikteliğe kavuşturulmuştur ve bu da genç Altdorfer’ i (bkz.sayfa19) derinden etkilemiş olabilir. Cranach “Tuna Okulu” (bkz. Dipnot7) nun öncülerinden kabul edilir. 1504’ te Akıllı Friedrich’ in saray ressamı olması için yaptığı davet üzerine Thuringia’ ya taşındı. 1505’ te sürekli kalmak üzere Wittenberg’ e yerleşti. Ardından gelen yeni üsluptan, bir bakıma içinde bulunduğu saray üslubu etkileri okunabilir. 1508’ de Hollanda’ ya yaptığı bir yolculukta bu ülkenin sanatıyla ve dolaylı olarak İtalyan sanatı gelenek ve ilkeleriyle yüz yüze geldi. Sanatçı Wittenberg’ de kısa zamanda büyük itibar kazandı. Luther’ in arkadaşı olduğu için Reform döneminde de portre ressamı olarak önem kazandı. 16.yüzyılın ikinci yarısında atölyesi gelişerek başarılar kazanırken, aşırı zarif “Maniyerist” (bkz.dipnot8) bir üsluba doğru eğilim gösterdi. Bu özellikle dini konulu resimlerindeki nülerde ve Çeşmeli Çıplak (1518, Münih Pinakotek) kendini belli eder. Mısır Yolunda Dinlenme (1504, Staaliche Museen zu Berlin-Preussicher Kulturbesitz, gemaldegalerie, Berlin) adlı resimde ise manzara ile atmosferi birleştirmedeki ustalığı göze çarpar. Figürler gevşek bir üçgenin içinde gruplanmış, orta eksen Joseph ve arkasındaki ağaç belirmektedir. Sol arka plandaki yakın ağaçlarla, sağda uzakta, önünde engel olmayan peyzaj bir uyum içindedir. Peyzajdaki renk modülasyonunun egemenliği Tuna Okulu romantizmini çağrıştırır


[1]Desiderius Erasmus(1469-1536) Rönesans ile ortaya çıkmış Hümanizm akımının yaratıcılarından ve temsilcilerindendir. Bugünkü ortaöğrenimi karşılayan bir düzeyde eğitim aldıktan sonra Augustin Tarikatı’na girdi ancak kendini bilime ve düşünceye adadığından bir din adamı gibi etkinlik göstermedi. Paris Üniversştesi’ne devam etti, İngiltere’ye gittiğinde john Colet, Thomas More (Morus) gibi aydınlarla tanıştı.
[2] Deliliğe Övgü (Özgün adıyla: Morias enkomion seu laus stultitiae), Erasmus ’ un canlılığını, geçerliliğini ve çekiciliğini günümüze kadar değişmeden koruyabilmiş tek yapıtıdır. Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Erasmus kitabı Thomas More’a adamıştır.

[3]Tuna Okulu 16.yüzyıl Almanya’sında en tanınan resim okulu Tuna Okulu idi. Bu okulda Lucas Cranach ve başusta Albrecht Altdorfer bulunmaktaydı. Bunlardan Altdorfer, resimlediği manzaralarıyla dikkat çekiyordu. Çünkü bu manzaralar, artık Avrupa resim tarihi içinde bir manzara geleneğinin başlaması anlamı da taşıyordu
[4] Maniyerizm Yaklaşık 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış olan bir sanat üslubudur. Maniera tarz üslup anlamına gelir. Rönesans ın getirmiş olduğu yetkinliğe karşı bir çıkış olmuş, kendisinden sonra gelen üslup ve akımlara ön ayak olmuştur. Artık ideal görüntü yerine sanatsal niteliğin araştırıldığı; figürlerin deformasyonu ile kendini belli eder ve özgün tarzlara doğru bir adım olarak belirir.

No comments:

Post a Comment